18 Kasım 2010 Perşembe
Hepimiz Köşe Yazarıyız!!
Aslında ne yazacağımı tam olarak toparlayamadım ama gece gece aklıma düştü işte. Bir nevi kafanın ısınması durumu. Yazmak için uzun zamandır bu kadar hevesli olmamıştım..
Hepimiz birer köşe yazarıyız. Bloglarda, sosyal paylaşım sitelerinde, profesyonel olarak gazetelerde, dergilerde hayata dair mutlaka bir davamız var ve bunu ifade ediyoruz. İstisnasız hepimiz. Hem de ilkokul sıralarından başlayarak. O dönemleri hatırlayınız. Her sene okulun ilk zamanları mutlaka bir komposizyon ödevi verilir, geçen yaz neler yaptıklarımızın anlatılması istenirdi. Anlatırdık. Beyaz yalanlarla süslü cümleler kurardık. O cümlelerde kendimize yeni bir dünya inşa eder, kendimizi kandırırdık. Hiç okumadığımız kitapları okur, hiç gitmediğimiz yerlere gider, kendi inandığımız yalanlara öğretmenimizin de inandığını zannederdik. İstisnasız herkes aynı cümleleri tekrar eder dururdu. Oysa yaz boyunca yaptığımız tek eylem mahallede akşama kadar ölümüne top oynamaktı. Mahalle maçında yenildiğimiz çocuklarla aynı günün akşamında bu defa bizim sahada rövanşını yapmaktı. Kazandığımız vakit gecelere kadar muzaffer bir komutan gibi sokaklarda dolaşmaktı. Sanki buraların paşası biziz der gibi....
Sonra zaman ilerledi. Komposizyonların konusu yaz tatili eylemleri ekseninden çıkıp atasözü ve özlü sözler üzerine makalelere varan yazılar yazma aktivitesine dönüştü. Türkçe sınavlarında daha önce belki de hiç duymadığımız bir atasözü üzerine düzinelerce cümle kurmamız istendi. Sözlüklerde bile bir iki cümle ile açıklanabilen şeyler için bizden neden koskoca bir sayfa yazı istenirdi hiç anlayamazdım. Genelde çok uzun yazmak marifet sayılırdı. Kısa ve öz yazıp da yüksek not alanını görememiştik. O yüzden laf uzatılmalıydı. Saçmalama evresine geçiş işte bu dönemde başlar. Ne kadar saçma da olsa uzun bir yazı o kadar iyi puan.
Sonraki dönemlerde üniversite vizelerinde de aynı durum devam etti. Bilmediğimiz konular hakkında, hiç görmediğimiz hocaların girdiği derslerin sınavlarında aynı teraneleri tekrarlayıp durduk.. Enformasyon, Makyavelizm, Hegel'in diyalektik kavramı, konservatizm, insan insanın kurdudur, daha fazla Aristo, daha fazla Descartes, daha fazla Nietzsche...
Tıpkı bu yazıda yaptığım üzere bokunu çıkarıyorduk bazı şeylerin. Özlük diye bir şey hiç olmamıştı. Sonra Türk basınındaki köşe yazarları kafama dank etti. Şöyle bir genele baktığınız zaman onlar da hep aynı şeyleri tekrar edip durmamışlar mıydı? En çok da Atatürk, laiklik, şeriat, alevi-sünni, Kürt-Türk kelimelerini kullanarak cümleler oluşturmamışlar mıydı? Onlardan farkımız neydi? Biz sadece kırık not almamak için saçmalarken onlar ama keni çıkarları için ama başkalarının çıkarları için zehirli sözlerini enjekte etmemişler miydi bu memleket insanına? Her daim dostluktan, kardeşlikten, sporun ruhundan bahseden çok mühim bir medya mensubu bile bir maç oynandığı esnada ''beyaz atalarınızı da böyle şutlamıştık'' diyerek içindeki nefreti bilmeden kusmamış mıydı? İçindeki ırkçıyı ortaya çıkarmamış mıydı?
Tuhaf gelebilir. ''Gece gece bunu mu düşündün len?'' diyeceksinizdir mutlaka. Ama yine de bir düşünelim. Bu milletin her bireyi doğumundan itibaren yalanlar üzerine bir dünya kurgulayıp üstüne de kendi etiketini yapıştırmadı mı? Çocukken beyaz yalanlı o yazılar sonrasında nifak tohumlarının ekildiği topraklara dönüşmedi mi?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)