31 Ocak 2010 Pazar
Bursaspor-Eskişehirpsor
Fotoğraf bugün oynanan Bursaspor-Eskişehirspor maçından.. Zaten Bursaspor tribünlerinin Baliçli zamanlarından bildiğim bir dostluğu vardır Es-Es tribünleriyle.. Bu da onun bir yansıması.. Gerçi bugünkü maçın son anlarında bazı olaylar çıkmış ama münferit deyip geçiyorum..
Feyenoord-Ajax maçı üst olur dedik, geçtik ekran karşısına.. Sanki bana inat maç 1-1 bitti. Yani şu Hollanda Ligi'nin tüm takımlarının defans hatları böyleyse.. O ligde ben de gol kralı olurum herhalde..
Tarihin Arka Odası
Ailecek hastasıyız diyeceğim ama programın yayınlandığı saatlerde ev ahalisinden kimse ortalıkta gözükemiyor. Azıcık insaf yahu.. Gece 23.10'da başlayıp sabaha karşı 05.00'da biten başka bir program dünya üzerinde var mıdır? Madem hafta sonu yapacaksınız gündüz vaktine alsanız olmaz mı şu porgramı? Alsanız da rahat rahat izlesek, uykulu gözlerimiz ovuşturulmaktan helak olmasa, Erhan Hoca'nın müthiş tarih bilgisinden faydalansak.. Erhan Afyoncu demişken, kendisi bir arkadaşımın üniversiteden hocasıdır. Onun sözleriyle hakikaten müthiş bilgi birikimine sahip biridir(İzlediğimde ben de onunla aynı fikirde olduğumu anladım).. Murat Bardakçı ile beraber muhteşem bir ikili oluştururlar. Öyle ki kendi düşüncelerinin dışında hiçbir fikre açık değillerdir. Sırf bu yüzden birçok kez Pelin Batu'yu çapraz ateşe almışlardır. Onların düşünceleri vardır. Onların fikirlerinin dışındakiler saftirikliktir, düşüncesizliktir, ötekilerdir. Bu da en çok eleştirilen yönlerindendir.
Bir tarih programı olmasına rağmen çok farklı konulara değinmektedirler. Konu o kadar değişik boyutlara ulaşır ki bazen mahalle kahvesi muhabbetleri tadı almanız mümkünmdür. Hatta dün geceki programda(Fatih Altaylı da konuktu) Galatasaray'ın ve Fenerbahçe'nin transferleri, Digitürk'ün yayın ihalesine verdiği miktar tartışılmıştır. Pelin Batu, Doğu'daki eğitim sorununun 1 Milyar Dolara halledilebileceğini söylerek Digitürk'ün yayın ihalesine verdiği rakamı eleştirmiştir. Erhan Hoca Fenerbahçe'nin neden hala Brezilya'dan transfer yaptığından bahsetmiştir.. Ben mi yanlış duymuşumdur acaba? Koskoca Doçent, ''Bu Fenerbahçe de Brezilya'dan defans getirilmeyeceğini öğrenemedi'' demiştir. Tarih konusunda tartışılan konu ise, Tarihte Avrupa'daki Türk İmajı'dır.. Konu nasıl oralara gelmiştir ben de çözememişimdir.
Kendilerine küfürlü mailler atan bir vatandaşın mail adresini programda deşifre ederek izleyicilerin belirtilen mail adresini patlatmalarını da sağlamışlardır. Kadrolu hackerları bulunmaktadır. Her ne olursa olsun kaliteli, kendi açımdan bilgilendirici bir programdır. Polonya Elçisi ile ilgili anlatılan hikaye hakikaten Avrupalılar'ın Türk denen kimliğe nasıl baktıklarının benim gözümde en büyük göstergesi durumundadır.(Bu konuyu eğer detaylarıyla öğrenebilirsem buraya da karalamayı düşünüyorum). Türk televizyonlarındaki kalitesizliğin bir sonucu mudur bilinmez geç saatte yayınlanır.
İzninizle.. 15-8 bitmesini umduğum Feyenoord-Ajax maçına geçiyorum.. Maçlardan sonra görüşmek üzere..
25 Ocak 2010 Pazartesi
Denize Düşenler!!
Inter:2 Milan:0
Pazar akşamının maçlarını yazmaya anca vakit bulabiliyoruz işte. Ne yaparsın? Maçlar bittikten sonra yazmaya kalksak gece 02.00 sularında kepenkleri kapatıyoruz, sonrasında açması büyük problem..
Konuya girelim..
Şener Şen'in Şalvar Davası filmini bilir misiniz? Hani şu kadınların erkeklere baş kaldırdığı ve sonunda kadınların zaferiyle biten film.. Bir sahne vardır o filmde. Köy kahvesinde oturan erkekler Müjde Ar'ı gördükten sonra şu efsane kelimeleri döktürürler.. '' Bunca zamandır karı diye çamur karıyormuşuz da haberimiz yokmuş vesselam''.. Ehh Inter Milan maçını gördükten sonra Fener Denizli maçını bundan daha iyi bir kelime bütünü açıklayamazdı herhalde.. (Yazının kalan kısmı bu düşünce istikametinde hayat bulmuştur.)
Şükrü Saraçoğlu'ndaki maçları bu zemine muhtaç edenler San Siro'nun zeminini gördüklerinde ne hissettiler acaba? 321 Milyon Amerikan Liralık yayın ihalemizin yapıldığı bir ligde şu zemin acaba ne ifade ediyor gerçekten çok merak ediyorum.. Kaldı ki Kadıköy'de neredeyse 15-20 gündür maç yapılmamaktaydı. Balçık zemin, futbolsuz futbol, seyircisiz bir stad.. Ne diye izleyesin ki bu ligi?
Diğer tarafta yani San Siro'da haftada minumum iki maç yapılmakta.. Zemin pırıl pırıl.. Görüntü kalitesi enfes. Seyirci muhteşem.. Bir futbol maçı izlemek için her şey var.. Ya biz bu işi bilmiyoruz ya da onlar.. Ya da birileri bizimle fena dalga geçiyor..
Milito'nun attığı golü gördükten sonra aklıma geldi. Yahu bu adam 3.5 Milyon Euro'ya oynuyor Inter'de.. Bizim nadide yöneticilerimizin o parayı, içi geçmiş veteranlara ve golcü diye gelip traş makinası çıkanlara verdiği düşünüldüğünde hakikaten üzücü bir durum. Inter niye 10 kişi kaldı onu da çözemedim.. En son Sneıjder'in hakeme alkışlayarak geldiğini ve ağzından ''Bravo'' kelimelerinin döküldüğünü gördüm. Sonrasında Milan'ın baskılı olduğu dakikalardı. Ronaldinho'nun volesi, Pandev'in direkte patlayan şutu ve yine Pandev'in muhteşem frikiği.. Ronaldinho ve Boriello yakaladıklarını içeri dürtseler muhtemeldir ki şu anda Mourinho hakemi aç aslanların önüne atmakla meşgul olurdu. Kazandığı halde yine yapmış ya neyse..
Devre arası Madrid-Malaga maçına geçtim ki geçmemle Ronaldo'nun rakibe iki tane eklemesi bir oldu. Özellikle ikinci golü harikaydı. Seyirciye isyan eder halde hiç sevinmedi gollere. Nistelrooy da Madrid'e veda turuna çıkmış, tribünde başkanının arkasında maçı takip ediyordu. Gerisini sorarsanız Pandev'in golü sonrası ne olduğunu inanın ben de bilmiyorum. Kalktığımda maç filan yoktu!!!
23 Ocak 2010 Cumartesi
Kültür Başkentiniz Batsın!!
Çok matahmış, çok marifetmiş gibi havai fişeklerle, dünya çapında değerlerimizin!! konserleriyle aleme reklam ettiğimiz şehr-i hüznümüzün son hali budur ahali..
Yıl 2010. Avrupa Kültür Başkenti'ne ilk kez kar düştü, bununla birlikte bu başkentin bazı ilçeleri orta çağ Avrupa hayatı yaşadı.. Elektrikler kesildi, sular gitti.. Millet battaniyelerle ısınmaya çalıştı.. Hepsini geç, bu şehrin en önemli ulaşım arterlerinden biri buz tuttuğu gerekçesiyle kapatıldı.. Ulen hani tuz yerine solüsyon kullanıyordunuz.. Ne oldu ona yahu? Yemişim öyle başkenti afedersin..
Haber bültenleri de bir ayrı alem. Memleketin büyük bölümü aylardır karla, kışla mücadele ederken satır aralarında buna yer veren mümtaz Türk medyası, İstanbul'un canı yanınca kar-kıyamet demeden şehrin en ücra köşelerine muhabirlerini gönderdi..
Ne zamandır özlemişim aslında camın önüne kurulup elimde çayımla karın yağışını izlemeyi.. Karın yağmasına en çok da bu nedenle sevindim.. Ve ben yarın pencerenin önüne gazetemle kurulup elimde çayımla birlikte(eğer ki yağarsa) beyaz tanelerin düşüşünü izleyeceğim..
18 Ocak 2010 Pazartesi
Antalyaspor:4 Fenerbahçe:3
Televizyonun karşısına geçtiğimde sezonun şu ana kadar olan kısmının en güzel maçı olacağı aklımın ucundan geçmezdi. Fenerbançe açısından tamamen prestij amaçlı, ligdeki Denizlispor maçına hafif bir hazırlık niteliğinde bir maçtı. Antalyaspor için ise gruptan çıkma adına oldukça önemli bir maçtı. Kazandıkları taktirde son maçlara bakmadan gruptan çıkacaklardı ve bunu başardılar. Eskişehirpsor için bu maçla birlikte kupa mücadelesi de sona erdi... Son maçlar formaliteden..
Yedeklerin maçı olacağını düşünmüştüm. Kaleci dışında yine yanıldık. Bu kaleciye bir parantez açmak lazım. Takımın üçüncü kalecisi, yanılmıyorsam bu sezon ilk kez forma giydi ve ilk maçında 4 gol yedi. Yediği gollerde çok acemice hareketleri oldu. Açıkcası kendisi açısından acı bir tecrübe oldu. ''Gençtir, hata yapsındır'' klişesini söylemek istemiyorum ama hakikaten durum bu. Varsın Mert hata yapsın.. Daha çok maçlar kazandırır zamanı gelince..
Goller muhteşem, mücadele ve tempo üst seviyedeydi. İlk yarı ortada olan maç ikinci yarı Fenerbahçe'nin 15-20 dakikalık uykuya dalışıyla bir anda 3-1 oldu. Maçın bir anda bu duruma gelmesinde orta sahanın şartelleri indirmesi ve Bilica-Lugano ikilisinin aralarına atılan topları benim gibi sadece izlemelerinin etkisi büyüktü. Maç gitti-gidiyor derken Mehmet Özdilek bence maçın en büyük hatasını yaptı ve Tita'yı oyundan aldı. O andan sonra Fenerbahçe topuyla, tüfeğiyle rakip kaleyi salladı. Güiza yine harika bir gol attı ama daha önemli bir hareketi vardı maç içinde. Özer'in golü öncesi gelen topa öyle basiretsizce bir balta salladı ki top Özer'in önüne düştü ve Ömer'in hayatında yediği en muhteşem gole şahitlik etmiş oldum. Gökhan Ünal ilk asistini yaptı. Umarım ben yanılırım bu adamın transferi konusunda..
Son gol ise gecenin perdelerini Fenerbahçe adına kapattı. Bu maçta aklımda kalanlar derseniz, Lugano-Bilica'nın kendine artık bir çekidüzen vermesi, Santos'un bek oynarken Vederson'un da önünde oynaması, Emre'nin orta sahada ayağı topa yakışan tek oyuncu olması, Özer'in girdikten sonra takımı ateşlemesi....
14 Ocak 2010 Perşembe
13 Ocak 2010 Çarşamba
Fenerbahçe:3 Tokatspor:2
''Hay ben bu stadı buraya yapanın da, bu maçı bu stada alanın da....'' C. Daum
Fenerbahçe açısından sadece oynanması gereken bir maçtı. Bunun üzerine bir de Olimpiyat Stadı'nın futbolu öldüren yapısını eklerseniz ortaya böyle bir maç çıkıyor işte. Kötü maç mıydı? Bol gol vardı, bu bakımdan pek sayılmaz. Ama kalitesi tartışılır. Maç öncesi yedeklerin ağırlıkta olacağı konuşuluyordu ama Daum herkesi yine ters köşe yaptı. Volkan Babacan gençtir, hata yapacaktır. Uzaktan yediği goller şimdiden üzerinde bir damga oluşturma yolunda. Şimdilik tek sıkıntısı bu görünüyor.
Maç öncesi Fenerbahçe'nin rahat kazanacağını düşünenlerdendim. Hatta daha da ileri giderek ''Ulen Tokatspor da şöyle 2-3 gol atsa da ortam şenlense, güzel bir maç izlesek'' diyordum ki hevesim kursağımda kalmak üzereydi. Goller güzeldi, mücadele güzeldi. Ama o stadyumda hep bir şeyler eksik. Taraftar eksik, futbol ortamı eksik, akustik eksik, rüzgar panelleri eksik...(Yıllardır yapım aşamasında).. Geçen sene Eskişehirspor'un bir lig maçına gitmiştim bu stada. Yazın hemen hemen ortaları olmasına rağmen akşam vakti acaip bir soğuk vardı orada. Düşünün bir de kışın orada maç yapmayı...
İnsan düşünmeden edemiyor. Her sene buraya masraf yapmak yerine şu stadyumun dibine dinamit koyup havaya uçursak daha iyi olmaz mı diye?.. Nasıl olsa Olimpiyat filan verecekleri yok bu haliyle.
10 Ocak 2010 Pazar
Aşk-ı Şehir:0 Fenerbahçe:1
Her ne kadar Fenerbahçeliyiz desek de serde Eskişehirlilik var. Bu ikisi karşı karşıya geldi mi maçı ne gözle izleyeceğimi şaşırıyorum. Tarafsızlık da mümkün olamıyor haliyle. Maç için bir şeyler karalarız ama benim maç içinde dikkatimi çeken iki şey vardı. Birincisi maraton tribününe asılı olan ve üzerinde Aşk-ı şehir yazan afişti. Kimin aklına geldiyle, kim ortaya çıkardıysa helal olsun.. Hep duyarız ya ''Eskişehir taraftarı şöyle büyük böyle mükemmel''.. Buyrun işte kanıtı.. Tebrikler.. İkincisi de Rıza Çalımbay.. Ekranlara her çıkışında efendilik anıtı, muhteşem kişilik, büyük insan olarak addedilen bu zat-ı muhterem maçın son dakikalarında penaltıyla hiç alakasız pozisyon sonrası hakeme dümdüz gitmek suretiyle gerçek yüzünü de herkese göstermiştir.
Maça gelince, bu maçı Fenerbahçe kazanmadı.. Iveşa ve Burak Yılmaz Fener'e armağan etti. Burak Yılmaz kaçırdıklarıyla, Ivesa ise kendine bir an Maradona'nın kaçtığını zannetmiş, Alex'e çalım atmak istemiş, sonrasında sebep olduğu penaltıyla maçı Fenerbahçe'ye vermişlerdir. Maçın genel görüntüsü içinde Eskişehirspor çok daha net pozisyonları bulan taraftı. Fenerbahçe ise bir kaç cılız pozisyon dışında pek bir üretkenlik sağlayamadı. Kalelerinde bir gol görseler muhtemelerdir ki çıkaramayacaklardı. Ama işte futbol bu. Kendi forvetlerinin yapamadığını Iveşa yaptı. Alex'in penaltıları en iyi yaptığı işin birer göstergesiydi. Bilica takımın isyankarıydı. Babamın, ''Bu Filika çok sağlam topçu, çok dayanıklı'' şeklinde tarif ettiği bir futbol oynadı..
İlk yarı oldukça tempolu geçen maçın kontrolü tamamen Eskişehirspor'daydı. İkinci yarı nefesleri yetmedi haliyle. Yedikleri o şanssız gol ise tamamen tükenmeleri demekti... Sonrası temposuz, pozisyonsuz klasik büyük takım-küçük takım maçıydı. Volkan Demirel, rakip kalecinin bile Fenerbahçe ceza alanında olduğu bir pozisyonda elindeki topu rakibe attı. Bilmiyorum ama dikkatimi çekti. Topu oyuna sokmak başka bir meziyettir tabii...
9 Ocak 2010 Cumartesi
Yahşi Batı
Filmde göndermeler oldukça yoğun.. Tarihe, dünyanın bugün geldiği noktaya, güncel siyasi olaylara hatta Cem Yılmaz'ın bir önceki filmlerine.. Filmi izlerken öyle bir noktaya geliyorsunzuz ki hangi sahne neyi ifade ediyordu diye düşünmeye başlıyorsunuz.. Her sahnenin altından bir alt metin çıkarma durumu oldukça yoğun yani.
Dediğim gibi göndermeler oldukça fazlaydı. En çok hoşuma giden Red Kit'in görüldüğü sahnelerdi. Dublaj da muhteşem olmuş bunu da belirtmek gerekiyor. Tarantino filmlerinde görmeye alıştığımız herkesin birbirine silah çektiği sahne burda da karşımıza çıktı. Hiç beklemediğim bir sahneydi ve daha bir mizahiydi. Hoştu.. Barack Obama göndermesi ise filmin finalinde krema oldu. Filme giderken çok büyük bir beklentim yoktu açıkçası. Bu gözle izleyince çok da kötü bir film olmadığını, eleştirilerin biraz haksız olduğunu düşünüyorum.
Gora'nın en çok eleştirilen yönü küfürlerin fazla olmasıydı, bunda ise havada kelimesi hafif kalır. Her 2-3 cümleden biri küfür içeriyor. Zaten filme getirilen en büyük eleştiri de bu. Bana göre üzerinde fazla durulmaması gereken bir nokta. Zaten izlediğim sinemada yaş sınırı filan hak getire. 5-6 yaşlarında çocuklarla izledim filmi. Ne durduran var ne soran.. Bu haliyle de Türk televizyonlarında yayınlanması pek mümkün gözükmüyor..
Cem Yılmaz'ın ilk filmi Gora'da herkes Cem Yılmaz'dan bir stand-up performansı beklemiş, çoğunluğu da hayal kırıklığına uğramıştı. Tavsiyem bu filmden de bir stand-up performansı beklenmemesi.. Devamı gelebilir mi bu filmin? Sanki devam edecek gibi.. Bir de o Zafer Alagöz'ün sesi bana nedense rahmetli Ali Şen'in eski Türk filmlerindeki sesini hatırlattı.. Hafif şiveli, biraz kaba, çoğunlukla argo.. Velhasıl hoş, güzel bir film olmuş...
------------------------------
-Babam sizin için ''50 sene sonra Amerikan mandasına girecekler'' dedi
*''Amerikan mandası diye ananı kastetmiştir o!!''
------------------------------
Nasıl Başardın?
6 Ocak 2010 Çarşamba
+18
Futbolsuz geçen günlerin ardından Fenerbahçe isminin geçtiği tek maç bu olunca bir kaç şey karalamak farz oldu. Aynı zamanda rezalet kelimesinin ne manaya geldiğinin tam olarak idrak edebilmemi sağlayan bir maçtı. Rezaletten de öte acizlik.. Ajax'ın geçenlerde 14 gol attığı Hollanda takımının durumuna düştü Fenerbahçe Ülker. Anladık rakip Siena. Euroleague'in en sert savunmalarından, hatta şampiyonluk adaylarından biri.. Maç deplasmanda ona da eyvallah.. Ama el-insaf yahu.. Bunların hiçbiri 43 sayı farkın açıklaması olabilir mi? Basketboldan çok fazla anladığımı iddia etmiyorum. Ama sokaktan geçene desen ki ''Fenerbahçe Ülker Siena'dan 43 sayı fark yedi.'' Muhtemelen cevabı ''yuhh'' ya da ''çıkartmayın bunları Edirne dışına'' olacaktır..
İşin komik tarafı da 43 sayı fark yiyen bu takım yarınki Zalgiris-Cibona maçı sonrası oluşacak duruma göre ikinci turu garantilemiş olabilir.. Bunun tek sebebi var o da Fenerbahçe Ülker'in kendisinden daha ufak çaplı bu takımlara karşı aldığı galibiyetler.. Zaten Tanjevic geldiğinden beri Fenerbahçe Ülker hangi büyük maçı kazanabildi ki? Bu son maçla birlikte Siena'dan da zannedersem üstüste 5. mağlubiyetini aldı. Ee bu takım ikinci tura çıksa ne, çıkmasa ne?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)