31 Mart 2010 Çarşamba

Gunners!!!



Puyol'un kırmızı kartı bu turun kaderini değiştiren andır.. Devamı kısmetse yarına...

.......

Puyol'un kırmızı kartı kadar Walcott'un oyuna girişi de oyunun kırılma anlarındandı. Zaten ''Arshavin'ın Barça'nın peşinde koşturmaktan perişan olup sakatlandığı anda girmeliydi oyuna bu hızlı bücür'' diye düşünmüştük ki Wenger'in Eboue hamlesini gördük. Ne iş, ne alaka filan derken Fransız futbol bilgininin biz izleyici grubunu mat edişine şahit olduk. Barça'nın topa bu kadar hakim olup bir anda oyundan bu kadar düşmesine gerçekten anlam yükleyemedik. Her güzelin bir kusuru vardır deyip geçtik.. Pique'nin kartı görüp cezalı durumuna düşmesinden sonra Puyol'un da önümüzdeki haftayı pas geçecek olması belki de tüm dünyaca ''turun favorisi ve kupanın sahibi Barça'' düşüncesinin yerle yeksan olmasına neden olacak..

İlk 15 dakikadaki 6 isabetli 9 şut ve zannedersem %70'lere varan topla oynama yüzdesi Arsenal'in gençlerinin parça pinçik olacaklarının en büyük göstergesiydi.. İnsan evladının hiç layık olmadığı muamelelere maruz kalan Arsenal takımı sadece Nasri ile direnebildi. Saniyeler içinde 3 gollük şutu çıkaran Almunia'yı da buna ekleyebiliriz belki. Yediği iki gol de Gallas'ın yerine geçen Song'un İbra'yı kaçırması sonucu oluştu. İlkinde kaleden açılıp topu tayyare misali seyrederken, ikincisinde çıkmayıp topu filelerin tavanında gördü. Çıksa bir dert, çıkmasa da..

Messi'yi takip etmekten diğerlerine bakmaya pek fırsat olmadı ama Walcott dediğim gibi hepsini gölgede bıraktı. Barça'nın sol tarafına bir tek ray döşemediği kaldı. İkinci maça ilk onbir başlarsa tur her iki tarafa da gidip gelebilir... Her Barça maçında olduğumuz üzere uğurlu mekanımızdan aktarabildiklerimiz şimdilik bu kadar.. Rövanşta görüşmek üzere...

28 Mart 2010 Pazar

Galatasaray:0 Fenerbahçe:1



Bu maç özelinde söylenebilecek en güzel temenni, bundan sonraki derbi maçları için milat olması. Özhan Canaydın'ın sağlığında göremediği güzellikte olaylar yaşandı. Rakip takım ilk kez ıslıklar arasında değil alkışlanarak sahaya çıktı. Bir vefatın bu derece güzelliklere yol açabilmesi de herhalde bu üzücü olayın tek güzel yanıydı..

Maç için aslında söylenecek çok fazla bir şey yok. Fenerbahçe son yıllarda en iyi yaptığı işi yine yaptı. Büyük maçları sakin oynadı. Sakin oynamaktan kasıt, elbette topu ayağa oynayarak rakibi yıldırmak şeklinde değil, ileriye topları dan-dun şişirerek tepme şeklinde gerçekleşti. Bu tip durumlarda dönen topları alıp hücuma çıkması gereken rakip de çok fazla istekli olmayınca ortaya zevksiz, sıkıcı, orta sahaların kullanılmadığı, itiş kakış içinde bir maç çıktı. Maçın çok net iki pozisyonunu da Galatasaray yakaladı. Fenerbahçe ise yarım bile olamayacak bir pozisyondan maçı kazandı. Golü atanın Selçuk Şahin olması ise sahada oynanan absürd futbolun bir göstergesiydi. O ana kadar Galatasaray'ın en iyi adamı rolündeki Selçuk, yaklaşık 32-33 metreden kaleyi buldu. Böyle bir golünü de deplasmanda Lyon'a atmıştı 2005'te.. Ehh artık önümüzdeki seneyi garantiye aldı diyebiliriz. Her hali Baroni'den daha iyidir o ayrı mevzu..

Volkan'ın son dakikalardaki kurtarışı sırasında maçı beraber izlediğim güruhta derin bir sessizlik oluştu. Kimisi şutun güzelliğine hayran kaldı, kimisi ''ulen bu top nasıl çıktı'' sorusunun cevabını arıyordu. Velhasıl bir derbi daha böyle geçti..

22 Mart 2010 Pazartesi

Aman Yağmur Yağmasın!!


Tribünden bir bardak suyun ayaklarına yaklaşık 2 metre mesafede patlamasından sonra topuğuna su sıçrayan Keita kardeşimiz, kendini yerlere atmış, magnumla vurulmuş gibi yerde debelenmiştir. Görülmüştür ki Keita'nın topuğuna herhangi bir yabancı cisim gelmemiş sadece su sıçramıştır. Keita o kadar debelenmiştir ki maçı izleyen herkes ''yuhh be ipneliğin de bu kadarı'' demiştir. Sahaya su şisesi atmak elbette ki yanlıştır. Lakin sahada maç henüz başlamışken olmadık işlere bulaşmak olsa olsa rakipten korkup saha dışında maçı kazanma düşüncesidir. Olmamıştır haliyle. Keita tüm Türkiye'nin gözünde sahtekar ve komik duruma düşmüştür. Biz de düşünmüşüzdür acep yağmur yağsa hali nice olurdu bu safkan yalancının..
Dün geceki % 100 Futbol'da Güntekin Onay öyle bir laf etmiştir ki bu konu hakkında yoruma gerek bile bırakmamıştır. ''Erkek adama yakışmayacak hareketler'' lafı benim bildiğim ilk kez profosyenel bir futbolcu için kullanılmıştır. Bu Keita için yeterdir.

21 Mart 2010 Pazar

Fenerbahçe:1 Gaziantepspor:0


Hayatımda belki de ilk kez pozisyonsuz bir maç izledim. Gerçek manada gol pozisyonu yoktu maçta. Maçı izlerken insan düşünmeden edemiyor, Lig Tv çalışanları bu maçın özetini nasıl hazırlayacak diye.. Hakikaten 3 dakikalık görüntüler için kullanılabilecek tek şey Güiza'nın muhteşem ötesi golü.. Futbol adına başka hiçbir şey yok..


Takım geçen haftanın tam tersine inanılmaz mücadele etti. Gaziantep gibi bu ligin en iyi top yapan takımlarından birine karşı 0 (yazıyla sıfır) pozisyon verdi. Emre bu maçta tekmeye kafa sokmak tabirinin ete kemiğe bürünmüş haliydi. Onunla beraber takımın geri kalanları da iyi mücadele ettiler, bir topa 3 kişinin bastığını gördük zaman zaman. Ama ilerde iş yapması beklenen futbolcuların tamamı çok kötüydü. Takım rakip ceza yayına kadar götürdüğü topu bir türlü istediği şekilde kullanamadı. takım. Bunda en büyük etken tabi ki Alex'ti. Yine hayalet olduğu maçlardan birini atlattı kaptan. Özer tam hazır değildi. Mehmet Topuz mücadele bakımından iyi ama hücum açısından çok yetersizdi. En başta da söylediğim gibi Güiza'nın golü gecenin futbol açısından tek ve en güzel hareketiydi. Top giderken gol olacağını açıkça belli etmişti. İnanılmaz goller kaçırıyor, hepimizin ömründen bir kaç sene alıp götürüyor ama attığı zaman da böyle satırlarca yazı yazdırabiliyor bu adam. Uç noktalarda yaşamak herhalde böyle bir şey..


Ehh bu futbola yazılacak çok fazla şey bulamadım. Haftaya büyük maç var. Takım toparlanıyor, bu iyi bir gösterge fakat Ali Sami Yen'de orta saha Deniz-Selçuk ikilisine kalmamalı.. Böyle bir durumda maçın Fenerbahçe ceza yayı üzerinde oynandığını görmek sürpriz olmaz.. Mutlak Emre oynamalı. Ufak bir sakatlık nedeniyle dün maçı yarım bıraktı. Derbinin hem Galatasaray hem de Fenerbahçe adına kilit adamıdır şu an itibarı ile.. Ha bir de unutmadan,




17 Mart 2010 Çarşamba

Bear Grylls



Edward Michael Grylls.. Türkçe bilinen ismiyle Ayı Grylls.. Kendisi emekli bir ''Sas'' mensubudur. Tatbikat gereği yapılan bir atlayış sırasında paraşütünün yırtılması sonucu yere olması gerekenden daha hızlı bir biçimde düşmüş ve omurgası 3 yerinden zedelenmiştir. Sonucunda da malulen emekli olmuştur. Lakin bizim Grylls ''ulen ben ekşından uzak kalacak adam değilim'' diyerek kendini dağa, bayıra, çöle, yağmur ormanlarına atmıştır. Yanına Discovery Channel'dan da bir ekip alarak o vadi senin bu ova benim karış karış dolaşmış, tamamen doğal yollardan hayatta kalmaya çabalamış, medeniyete ulaşmaya çalışmıştır. Programının ismi ''Ultimate Survival''dır. İnanılmaz Kurtuluş...
Kendisi poşet mideli sözünün tam da karşılığıdır. Doğal hayatta karşısına ne çıkarsa hiç çekinmeden ağzına ataraktan mideye indirmektedir. Zaten programın en ilgi çekici yanlarından birisi budur. Akrepler, yılanlar, kurbağalar, zebra ve ceylan leşleri, sığır gözü ve hatta deve dışkısı bu arkadaşın geniş mönüsünde bulunmaktadır. Çölde hayatta kalmaya çalıştığı bir bölümde afedersiniz sidiğiyle serinlemeye çalışmıştır. Ortamda sıcaklık 60C olunca çok da mantıksız değil açıkcası!! Yine aynı bölümde deve dışkısının suyunu içmiş, çöl yerlisinin eline tutuşturduğu bir billuru ise yedikten sonra kusmuştur. Billurun ne olduğunu açıklamama gerek yok herhalde.. Yukardaki resimde kendisi Sibirya'da fink atmaktadır. Avcıların avladığı bir hayvanın kanını içerekten yoluna devam etmiştir. Aynı hayvanın göz bebeklerini de çiğ çiğ mideye indirmiştir. Bu kadar iğrençliği yaparken elbette yanında her an müdahele etmek için hazır bekleyen bir ekip vardır. Programı çekmeden önce çeşitli aşılar olduğu söylenmektedir. Ve hatta gösterdiği onca kanyonun, vadinin, şelalenin aslında o kadar da korkutucu olmadığı bazı kişilerce kanıtlanmıştır. Örneğin Türkiye'ye uğradığı bir bölümde Toroslardan Ürgüp'e kadar yürümüştür ve etrafta bulduğu börtü böcekle hayatta kalmıştır. O kadar mesafeyi geçtim de Ürgüp'te hiç mi adam gibi bir restoran bulamadın arkadaş? O kadar turistik mekanı da hayatta kalmanın en zor olduğu yerlerden biri gibi gösterdin ya helal olsun..
Kendisi program başına yaklaşık 10.000 Sterlin almaktadır. Yediği once pisliğe, yaşadığı rezilliğe değer mi bilinmez.. Hani karısı varsa bu adamın Allah kolaylık versin. Koynuna almazsın böylesini.. Ayrıca fena halde Francesco Totti'ye benzemektedir... Bana soracak olursanız hala ''Sas'' için çalışmaktadır. Gittiği memleketlerin coğrafi yapısını program yapıyorum ayağına karış karış ezberlemektedir. Kuzey Dakotalı David'in amca oğludur. Böylesine de komplocuyum..

13 Mart 2010 Cumartesi

Kabir Azabı Gibi Bir Maç



''Neresinden tutsam elimde kalıyor'' misali neresini nasıl anlatacağız ki bu maçın. Koskoca Fenerbahçe Alex'e endekslenmiş, o varsa pozisyon da var az buçuk futbol da. O yoksa ne pozisyon var, ne futbol var.. Orta sahada itiş-kakış, ileriye şişirilen amaçsız toplar, 3 metre yanındakine verilemeyen paslar, isabetsiz şutlar. Gökhan Ünal, Semih, ve Güizalı forvet hattının(her ne kadar Güiza oynamasa da) dakika 70'lerdeki istatistiğinde şut isabeti 0'dı. Yazıyla sıfır. Vederson, Emre, Mehmet Topuz gibi şutör adamları da saymıyorum bu arada. Rakibin gol atmaya niyeti yok, Fenerbahçe'de de durum bu olunca ortaya böyle bir maç çıkıyor işte. İzlemediyseniz çok şey kaçırmadınız yani..

Maçın en güzel yanı son haftalarda olduğu gibi yine taraftarlardı. Sadece Emre onların varlığından haberdardı. Zaten maçı izleyenler de görmüşlerdir ki sahadaki tek farklı beyaz forma Emre'nin üzerindeydi. Diğerlerinin içi boş bırakılmıştı. Bugünkü frikiklerden sonra unutmadan şunu da söylemek lazım ki ''Fenerbahçe'de duran topları çok etkili kullanan futbolcular var'' geyiğini bir daha birinden duyarsam ıslak odunla döveceğim...

10 Mart 2010 Çarşamba

Sakın Alma!!



Churchill, dünya siyaset tarihinde benzerine az rastlanır, hatta unutulamayacak vecizeler kazandırmıştır ama böylesini ben ilk kez duyuyorum ve görüyorum.. Van Münüt'ün mucidi başbakanımızın, muhaliflerine ayar verirken ağzından çıkan ve Ntv tarafından milyonlara biraz deformasyona uğramış haliyle servis edilen sözleri.. Sayın Başbakan çok hakim olduğu Türkçe'nin biraz azizliğine uğradı zannedersem.. Diğer ihtimali... Yok artık daha neler...

Bu da linki..

http://www.internetuzmani.com/...andan-buyuk-gaf.html

7 Mart 2010 Pazar

Memleketimden Futbol.. Sevgilerle..



İç savaşın yaşandığı bir ülkeden mülteci kaçıran Birleşmiş Milletler askerleri değildir izlediklerimiz. Diyarbakır'dan Bursaspor kafilesini camları tamamen siyah filmlerle kaplı minibüslerle havaalanına götüren Türk polisidir. İnsan düşünüyor haliyle, ya o stad dağılmış olsaydı da yaklaşık 10.000-15.000 kişi o sokaklarda olsaydı.. Herhalde bugün bir kaç tane polis ve futbolcu cenazesi kaldırıyor olurduk.. Zaten maça gelenlerin arasında gerçekten futbol izlemeye gelmiş taraftarlar olduğunu düşünmüyorum. Tamamen olay çıkarmaya, sokaklarda ortaya koydukları performansı stadyumda da göstermeye gelmiş bir güruhtu. Başardılar da.. Sahaya taş atmayı bir öte boyuta taşıyarak sahaya kaya atmayı futbol literatürümüze eklediler. Maç oynanmadan bir gece önce konuk takımın kaldığı otelin etrafında panzerlerin dolaştığına ilk kez şahit oldum ben.. Veya yolların tamamen kapatıldığına da.. Tazameta'nın mikrofonu kapıp İngilizce bir şeyler zırvalayrak ortalarda dolaşıp ortamı sakinleştirmeye çalışmasına da...

İstikla Marşı ıslıklanmış maçta önce. Şaşırdım duyunca. Arkadaşlara sorduğumda Diyarbakır'da her maç öncesi bunun olduğunu söylediler.. Daha da şaşırdım.. Lakin işin gerçeği ben bu İstiklal Marşı okuma mevzusunun gereksiz olduğunu düşünüyorum.. Tüm stad hep bir ağızdan okumaya başladığı marşta bizim grup ''korkma sönmez'' diye başlamışken karşı tarafa bir bakıyorsunuz ''çatma kurban olayım'' diyor. Beceremiyoruz bari iyice komik olmayalım.

Bu olay sosyal bir olaydır veya siyasi boyutta bir olaydır. Bilemem.. Ama sportif değildir. İstiklal Marşı'nın ıslıklanması da sportif değildir, Diyarbakırspor'un her gittiği deplasmanda malum tezahüratla rencide edilmesi de.. Marka değerimizi kaybediyoruz geyiklerine bu hafta olabildiğine maruz kalacağız ama daha da önemlisi insanlık değerlerimiz kaybediyoruz...