28 Nisan 2010 Çarşamba
Catenaccio'nun Kitabını Yazan Adam
Şöyle bir 2004 yılına gitmedik değil maçı izlerken.. Hatta düşündüm de acaba Jose Mourinho'nun asistanlık yaptığı futbol adamı Otto Rehagel olmasın?? Ben bir tek 2004 Avrupa Şampiyonası'nda Otto Rehagel'in çalıştırdığı Yunansitan'ın maçlarında görmüştüm bu taktiği. Aslında taktik de değil. Rakamlara dökmek gerekirse 9-1 gibi bir şey!! Bu nasıl bir savunma anlayışıdır, nasıl bir futbol katlidir?? Sonundaki artistlikler de cabası.. Bu şekilde Şampiyonlar Ligi'ni alsan ne yazar?
Maç sonu görüntüler cinayet çıkaracak cinstendi. Anladık Mourinho, artistin teki hatta megoloman bir tip. Ama yaptığını da ancak aklından zoru olanlar yapabilir.. O tribünlerden bir kişi herhangi bir harekette bulunsaydı muhtemeldir ki aşırı tahrik unsuru nedeniyle de çabucak sıyırırdı bu işten..
Inter'in sahadaki mücadelesine edilecek tek laf yok. Harika bir mücadele vardı futbolcular adına. Eto'o bile savunmanın arasında kalmışken, Milito sağ bek gibi oynamışken, takımın savaşan ruhlu oyuncularının(Lucio, Maicon, Cambiasso, Samuel, Zanetti) neler yaptığını varın siz hesap edin.. Düşünün ki Messi belki de kariyerinin en etkisiz maçlarından birini çıkardı. Cambiasso bana göre hem Messi'yi çok iyi savundu hem de Inter defansının ayakta kalmasını sağladı. Julio Sezar'ın Messi'nin köşeye giden topunu çıkarması ise herhalde maçın kırılma anıydı.
Sahada gol adına hiçbir şey yapamıyorsunuz, şişirdiğiniz toplar saniyesinde size geri dönüyor, top 25 metrede sizin kale önünde oynanıyor, topla oynama yüzdeleri diye bir şey söz konusu bile değil, çünkü top sürekli rakipte ve siz gölü yemenize rağmen turu geçiyorsunuz. Bu ancak ve ancak futbolun adaletsizliğiyle açıklanabilir bir durum..
Barcelona yine bildiğimiz Barcelona'ydı. Topu rakibine değil vermek göstermedi bile. Valdes'e maç boyu etkili bir şut geldiğini ben hatırlamıyorum. Maç boyu sürekli aradılar, kovaladılar, topu koşturdular fakat ne İbra, ne Messi ne de Pedro bekleneni veremedi. Gol bir defans oyuncusundan geldi ama golün oluşumu ders niteliğinde oldu. Adamların savunmacısının attığı gole bak, gel bir de bizim forvet dediklerimizin kaçırdıklarına bak.. Var bu işte bir yanlış ama ben çözemiyorum!!
Mourinho şimdilerde Madrid'de herhalde C.Ronaldo'dan daha çok seviliyordur. Real Madrid tarihinin belki de en ağır Barça bunalımlarından birini yaşayacakken Mourinho buna izin vermedi. Hani fahri başkanlık verseler yeridir. Barcelonalılar da Mourinho ve Inter'in maç sonu sevinçlerine su sıkarak bu kötü futbol gecesine hoş bir nokta koydu...
25 Nisan 2010 Pazar
Kasımpaşa:0 Fenerbahçe:1
Şu sıralar bloğa en çok yazılan şey herhalde budur. X:0-Fenerbahçe:1.. Son haftalarda takımın gol yememesinin en büyük getirisi de bu olsa gerek. Gol yemediğiniz zaman bir tane atıp üstüne yatabiliyosunuz ve bunu iyi yapıyorsunuz. Kabul etmek gerekir ki Fenerbahçe şu anda ligin alan oyununu en iyi becerebilen takımı. Gol yemek istemedikleri sürece(bu lig bazında) gol yemiyorlar. Bunda orta sahanın mücadeleden kaçmayan oyunculardan kurulmasının da payı büyük elbette..
Maça bakıldığında Fenerbahçe için gündüz maçı isteksizliği oldukça belirgindi. İzleyici için de bu geçerliydi. Akşam maçlarına alışan gözlerimiz için yabancı bir durumdu. Maçın temposu şampiyonluğa oynayan bir takıma yakışmayacak düzeydeydi. Hep şunu söylüyorum; bu takımda kontraya kalkabilecek bir tane adam yok. Rakibi tek ayak üstünde yakalamışken, topu hızlıca rakip alana sürebilecek hızda bir tek oyuncu yok. Bir tek belki Kazım vardı o da şutlandı takımdan. Bu maçta da bunun sıkıntısı vardı. Kontra yakalanabilecek bir çok pozisyonda takım hep frene bastı.. Kasımpaşa'nın da 3'e 1 geldiği pozisyonları görmek lazım. Son pasları iyi kullanabilseler muhtemeldir ki şu anda Güiza'yı doğramakla meşguldük tüm taraftar güruhu olarak..
Güiza demişken, bugün yine kendinden beklenenleri gerçekleştirdi. 8 metrelik kaleler yerine topu bomboş pozisyonlarda dışarı vurabildi.. Bu sefer garanti Alex buna sille tokat girecek sandım... Kasımpaşa açık oynadı fakat bunu iyi oyuna dönüştüremedi. Paslaştılar, rakibin üzerine gittiler fakat o kadar.. Savunma duvarının önünde eriyip gittiler. Cenk ve Murat üzerine kurulu hücumlar verimsizdi. Bu Yekta iyi bir oyuncu. Ters çalımları çok tehlikeli. Selçuk'u bir kaç kere kördüğüm ettiğine şahit olduk..
Fenerbahçe de çok iyi oynamadı ama sonuç futbolunu iyi becerdi. Bolca da pozisyona girdi. Maç belki de ilk yarı kopacakken biraz beceriksizlik biraz da rakip kalecini gününde olması bunu uzattı. İkinci yarı ilk 10 dakikayı saymazsak kontol tamamen Fenerbahçe'nin elindeydi. Verilmeyen net bir penaltısı ile birlikte..
Fenerbahçe kazandı ve bombayı Bursaspor'un eline bıraktı. Bakalım akşam neler olacak..
18 Nisan 2010 Pazar
Fenerbahçe:1 Beşiktaş:0
Şampiyonluğa giden yolda belki de en kritik maça, hem de rakibinden dört puan gerideyken bu kadar defans adamı ile maça çıkmak olsa olsa günü kurtarma düşüncesidir. Beşiktaş için ya hep ya hiç vardı maç öncesinde. Bence Beşiktaş sahaya sürdüğü kadroyla ''hiç''i tercih etti. Ben bir Fenerbahçeli olarak maç öncesi kadroları gördüğümde bu Beşiktaş'ın rakip kaleye gidemeyeceğini düşünüyordum ki ilk yarı düşündüğümüz gibi oldu. Gol şansını sadece Bobo'nun driplinglerine bırakan bir takım ne kadar hücum edebildiyse o kadar hücum edebildi Beşiktaş. Yani ''hiç''..
Fenerbahçe maça tam manasıyla 1-0 önce başladı. Bu kadar defansif adamların bulunduğu bir ilk on birde Alex'in gol öncesi bu kadar boş bırakılması da savunmanın çok adamla değil akılla yapılacağının bir göstergesiydi. Savunma ilk yarı hatasız, ikinci yarı ise takımın geriye yaslanması sonucu biraz tedirgin oynadı. Lugano takıma girdiğinden beri Manisa maçını saymazsak takım gol yemiyor.. ''İyi savunma şampiyon yapar''
İkinci yarıda takım nedendir bilinmez çok geri çekildi. Beşiktaş topla daha fazla oynar göründü ama aktif alanda çok da etkili olamadılar. Fenerbahçe baskıyı görünce golün bağırarak geleceği de aşikardı. İlk pozisyonda penaltıyı atlayan hakem ikincisinde tereddütsüz penaltıyı verdi. Bana göre tam bir diyetti. Lugano bile onu anlatıyordu hakeme.. Bilica'nın ceza alanında rakibe afedersiniz ama kazma gibi taban kaldırması da kendisi açısından alışılagelmiş bir durum haline geldi. Bu zamana kadar en az beş tane hareket görmüşümdür bunun gibi. Kendi kazmalıklarını toprağı eşeleyerek kapatmaya çalışması ise tam bir faciaydı.. Mustafa Denizli'nin Uğur İnceman hamlesine karşılık Daum'un hamlesiz kalması ve maçı izleyen bizleri fıtık testine tabi tutması da inanılır gibi değildi. Öyle ki maçın sonunu getiremedik ve 89. dakikada mekandan çıktık. Kalan dakikalarda iki kırmızı çıkmış ki özetlerde izlediğim kadarıyla ikisi de haketmiş..
Alex geldiğinden beri tartışılagelmiştir ama bu adam Fener'e geldiğinden beri ligde Beşiktaş ve Galatasaray'a karşı Fenerbahçe sadece iki maç kaybetmiş. Her çıktığı derbide gol veya asist yapmıştır. Hala bu adam tartışılıyor ya büyük maçların oyuncusu değil diye gel de dellenme..
17 Nisan 2010 Cumartesi
Espanyol:0 Barcelona:0
Bu maçın sonucu için nihayet demek gerekiyor herhalde. Tüm dünya futbolunun çaresizce izlediği Barcelona haftalar sonra belki de en olmadık maçta puan kaybetti. Real Madrid'e de böyle bir kıyağı ancak Katalunya'daki İspanyollar yapabilirdi!!.. Hafta içi oynanacak Inter maçı öncesi Interliler çevirip çevirip bu maçı izlesinler. Mourinho maç öncesinde ''size taktik maktik yok, çıkın Espanyol'un yaptığını yapın'' dese yeridir.
Espanyol gerçekten çok iyi savunma yapmakla birlikte Messi'yi de kilitledi. O muhtelem Barcelona'nın diğer maçlarla karşılaştırılamayacak derecede pozisyon sıkıntısı çekmesi de bunun göstergesiydi. Hatta Espanyol ilk yarının sonunda öyle bir gol kaçırdı ki Victor Valdes çok nadiren görüldüğü üzere Barcelona'ya belki de bir puan kazandırdı. Eğer Madrid bu hafta Valencia'yı yenerse fark 1'e düşüyor. O zaman seyreyleyin cümbüşü...
Band Of Brothers
Herkes kilitlenmiş vaziyette derbiyi bekliyor lakin şahsen beklediğim başka bir şey var ki o da Spielberg'ün Cnbc-e'de yayınlanacak yeni dizisi. Konu yine her zamanki gibi 2. Dünya Savaşı. Ne bereketli savaşmış arkadaş, anlata anlata bitiremediler.
En başta şunu söylemek gerekiyor ki Amerikalılar bu işi iyi kıvırıyor. Her savaştan, her tarihsel gerçeklikten kendi mitlerini yaratabiliyorlar. Hatta Vietnam bataklığından bile bir ''Platoon'' gibi bir film çıkarıp ödüllere boğabiliyorlar o filmi. Bugün 2. Dünya Savaşı hakkında sayısız film ve dizi vardır. Ve bunu da izlenebilir kılıyorlar. Film yapmak kadar pr dediğimiz olayın da önemi böylece ortaya çıkmış oluyor.
Spielberg'ün o döneme olan ilgisi kişisel bir şey midir yoksa malum lobilerin o dönemde yaşanmış bazı felaketleri süreki göz önünde tutmak amacıyla kaşıması mıdır bilemiyorum. Lakin şunu biliyorum ki sinematografik açıdan sinema tarihinin en önemli yapıtlarını ortaya koyuyorlar.
Band Of Brothers da The Pacific gibi 10 bölümden oluşuyor. İlk bölümü saymazsak hemen her bölümde bir askerin hikayesi anlatılır fakat arka planda savaş vardır. Savaşın en aksiyonlu, en dramatik sahneleri de görülebilmektedir. Her asker birer kahramandır. Hiçbir şekilde savaştan kaçmazlar hatta Almanlar'ın kıçlarını tekmelemek için heyecanla savaşa katılıp Easy bölüğünde bir araya gelmişlerdir.. Savaş sırasında aralarında kardeşlikten de öte bir bağ oluşur. Savaşta kaybettikleri arkadaşlarının yerine gelen yedekleri bile dışlarlar. Asla teslim olmazlar. Nöbette bir an olsun uyumazlar. Bastogne'da aylarca kış kıyamette tilki deliklerinde kalırlar fakat bir adım gerilemezler.. (Ki olayın doğru olduğu, Almanlar'ın Bastogne'deki paraşütçü birliğini bir türlü geçemediği bilinmektedir.)
İyi komutan- kötü komutan vardır. İlk bölümde eğitim veren Sobel köyütü, Dick Winters ise tam tersi iyiyi temsil eder. Kötü, her Amerikan yapmında olduğu gibi sonunda cezalandırılır. Savaş boyunca Sobel yüzbaşı rütbesinde kalırken, Winters binbaşı olmuştur. Winters, dizinin son bölümünde Sobel'i öyle bir morartır ki izleyenlerin yağları erir. 9. bölüm daha öncede bahsettiğim gibi sadece toplama kamplarından görüntülere ayrılmıştır. Savaşın sonu ile dizinin sonu bu olayda birleşmiştir. Yine Amerikalılar dünyayı kurtarmıştır. E tabi bu kadar tek taraflı propaganda olmaz, bazen de günah çıkarmak gerekir. Amerikalı bir asker Almanya'ya doğru ilerlerken teslim olan Almanlar'ı görür ve ''Neden buradayız, neden sizin topraklarınıza ilerliyoruz, lanet savaşınız yüzünden'' gibisinden bir şeyler zırvalar. Bana göre dizinin en gereksiz bölümlerinden biridir.
Son bölümde Almanlar tamamen teslim olmuştur. Alman general askerlerine hitap eder, Amerikalı komutan da generalin ne söylediğinin tercüme edilmesini ister. Generalin konuşmaları aslında Amerikalıların yaşadıklarıyla hemen hemen benzerdir. Savaş iki taraf için de aynı koşullar içerisinde yaşanmıştır. Suçlu yoktur. Onlar sadece kendilerine verilen görevi yapmışlardır. Savaşmışlar ve kaybetmişlerdir. Generalin son sözü ise dizinin en önemli mesajını verir. ''Hepiniz barış ve huzur dolu mutlu bir hayatı hakediyorsunuz''...
Dizinin en çok hoşuma giden taraflarından biri de o savaşı yaşamış ve diziye konu olmuş gerçek karakterlerin konuşmaları. Carentan'da yaşanılanların anlatıldığı 3. bölüm başlamadan evvel o savaşa katılmış askerlerin konuşmları diziyi daha da izlenir kılıyor. Veya Bastogne'da kalmış, o günleri görmüş askerlerin anlattıkları..
Dizinin sonunda, Easy bölüğüne katılıp savaşa gelenlerin savaş sonrası neler yaptıkları anlatılıyor ki bana göre dizinin en muhteşem bölümleri. Der Untergang filminde de böyle bir bölüm vardı filmin sonunda... Dizideki favori karakterin kim derseniz, ''Ronald Spiers'' derim..
13 Nisan 2010 Salı
Sen Başkasın!!
11 Nisan 2010 Pazar
Klasik El Clasico
Malumun İlanı desek çok mu iddialı bir laf etmiş olurum bilmiyorum ama son yıllara bakıldığında El Clasico'da bariz bir Barça üstünlüğü görülüyor. Hatta son 4 maçı kaybetmemesinin yanında yediği gol sayısı da 2. O da meşhur 6-2 'lik maçtan!!!
Maç daha çok Messi-Ronaldo çekişmesi gibi görülüyordu. Messi yine rakibini tokatladı fakat bana kalırsa Messi'nin bunu başarmasının sırrı Xavi'deydi. Ronaldo'nun sıkıntısı Xavi'nin muadili olarak Gago'nun takımında yer alması!. E bu da bu maç özelinde belirleyici bir faktör oluyor. Maç tam bir futbol şöleni gibi geçmese de biz Barçaseverleri oldukça ihya etti. Atılan gollerde Xavi'nin inanılmaz pasları gollerin önüne geçti. İlk golde Messi ikinci golde de Pedro, topu alışları ve ilerleyişleriyle rakiplerini kilit durumda bıraktı. Casillas ne yapsın bu toplarda? Gol vuruşları şahaneydi.. 2.gol öncesindeki yaklaşık 25-30 pası da görmek lazım. Karşıdaki takım Real Madrid.. Guardiola'nın Messi'yi rakip stoperlerin arasına atması ilk başta bize hatalı göründü. Maç içerisinde gördük ki Messi sürekli ortaya gelerek top aldı, yüzünü kaleye dönüp tehlike yaratmaya çalıştı. Puyol'un Alves'in yerine geçmesi doğru olabilir fakat yerine de Milito'nun oynaması bir o kadar da hatalıydı. Bu Milito yakacak bir gün bu takımı. Ahanda yazdım buraya...
Mourinho muhtemeldir ki tüm Inter kasaplarını maça hazırlıyordur. Bilemedin 0-0-0 taktiğini sahaya yansıtacaktır. Hiçbir oyuncusuz!! 11 kaleci:))
Maçın en önemli anı elbette Van Der Vaart'ın kaçırdığı pozisyondu. Çizgiyi geçse belki de Madrid bir beraberlik koparıp ilerki haftalar için pusuya yatabilirdi. Barça bu maçı kazanarak hem rakibini Madrid medyasının önüne attı hem de psikolojik olarak saha dışında 1-0 önce geçti. Guardiola Madrid'e karşı üstüste 4 maç kazanan ilk teknik adam olmuş. Geçen sene kazanmadığı kupa kalmamış bir adam için pek de önemli olmayan bir başarı olsa gerek!!
6 Nisan 2010 Salı
Barcelona:4 Arsenal:1 Star Tv:0
Gün boyunca koparılan kıyametlere, gönderilen onca tepki telefonlarına ve maillerine kayıtsız kalmanın, seyirciyi hiçe saymanın, küçük reyting hesaplarının peşinde koşmanın cezası bu olmalıydı. Oldu da. Güzel oldu hem de. Bir kanal yönetimi ticari olarak bombayı kendi elinde nasıl patlatır bunun çok güzel bir örneğini gördük. Aynı şekilde final maçının yerine de abuk dizilerinizden birini yayınlayabilirsiniz. İnternet saolsun ne biz Messisiz, Barçasız kalırız ne siz Papatyamsız, Cümbür Cemaat Ailesiz kalırsınız!!!
Messi.. Futbol dünyasında benim gördüğüm 10 numaralar içinde 10'un en çok yakıştığı 10 numara. O golleri sanki Arsenal kalesine değil de Star Tv kalesine attı gibi geldi bana maç boyunca. Satılmış futbol dünyasının aç gözlü, reyting kölesi yöneticilerine atarcasına..
Almunia'ya karşı bir garezi mi vardır bilemiyorum ama izlediğim iki maçta da Messi, bu adama hep tek taraflı taarruzlar yaptı. Haksız rekabete giriyor bazen yaptıkları. İnsanlık onurunu zedeler hareketlerde de bulunuyor. Yakında futbolu çirkinleştirdiği bile söylenirse şaşırmayın. Bu adamı bir de Süper Lig topçuları ile kıyaslamıyorlar mı? Nerede mantık, nerede göz, nerede nizam..
5 Nisan 2010 Pazartesi
Spielberg, Tom Hanks ve 2.Dünya Savaşı
Son zamanlarda Cnbc-e'de sürekli tanıtımları dönüyor The Pacific'in.. Yapımcılığını Spielberg ve Tom Hanks üstlenmiş yine. Band Of Brothers'ın tam tersi istikamette olanları bu defa ekrana taşımış. Yine 10 bölümlük bir yapım. Spielberg, Schindler's List ile başladığı ''Savaş Pornosu'' koleksiyonuna bir yenisini daha eklemiş.
Band Of Brothers üzerine uzun uzadıya bir şeyler karalarız vaktimiz olursa. Lakin merka ettiğim başka bir konu var. Band Of Brothers'ın 9. bölümünde(Why We Fight) Amerikalı askerler bir toplama kampına girer, öldürüldükten sonra yakılmış ya da yakılmak üzere bırakılan cesetlerle karşılaşır. O bilindik görüntüler ekrandadır. Fonda Discovey Of The Camp çalar. Drama tavandadır. Almanlar resmen itin kuyruk sokumuna sokulmuştur. Bakalım bu yeni dizide sevgili yönetmen Japonya'ya atılan atom bombalarından, Avrupa Cephesi'nin tam tersi istikamette yaşanan dramdan bahsedecekler mi? Spielberg adamsa bundan da bahsetsin!!
4 Nisan 2010 Pazar
Spor Kulübü
''Bu akşamki maç ne olur?'' dediğimde arkadaşlardan hep aynı tepkiyi aldım. Kupayı alırız... Fenerbahçeliler'in aklında final maçı vardı. Kayseri maçından bahsedilmiyordu bile. Türkiye'de tüm takımların sonuna ''Spor'' ibaresi eklenmiştir fakat o takımların futbol dışında bir sporla ilgileneni çok azdır. Fenerbahçe bu akşam bunu yaşattı taraftarına.
İlk iki set sonunda her şey bitti derken Fenerbahçe var gücüyle maça asıldı. 2-2 oldu. Voleybolun tekniğini, taktiğini pek bilmem ama bildiğim tüm oyuncuların yürekten mücadele ettiğiydi. Ti-brek'te kötü başlangıç maçın karşı tarafa gitmesine neden oldu. Aslında yine bilindik huyumuz ortaya çıktı. Finali oynayamadık. Bu noktaya gelene kadar emeği geçen herkese teşekkür etmek lazım..
Kayseri maçının özetidir bu kare. Bu sezon çok az gördüğümüz üzere Fenerbahçe, Kayseri gibi ligin iyi takımlarından birini sahadan sildi. İkinci yarı voleybol maçına döndüğüm için ilk yarı izlediğim kadarıyla sezonun en iyi maçıydı. Gözlerime inanmak çok zordu. Orta sahada Kayseri'ye inanılmaz bir baskı, hatta rakip ceza yayının etrafında bir topa 4 kişi birden basıyordu. Taraftar o an stadı yıkacak gibi oldu. İzlemek istedikleri muhteşem çalımlar ya da jeneriklik goller değildi. Buydu işte. Forma için, taraftar için mücadele. Adım gibi biliyorum ki bu maçı Fenerbahçe kaybetse de alkışlarla bu stadı terkederdi. Bu mücedeleden sonra kimse çıkıp da bir şey diyemezdi.
Gökhan Ünal'ın Fenerbahçe adına ilk golünü eski takımına atması ise akşamın ilginç noktalarından biriydi. Mehmet Topuz sezonun belki de en iyi maçını oynadı. Gökhan Gönül, Emre, Lugano Santos ve diğerleri.. Düşünün ki şöyle bir maçta Alex lafı hiç geçmedi.. O kadar yüksek bir tempoda oynandı ki maç Alex'i kimse aramadı.. Beşiktaş maçı için belki çok erken ama haftayı boş geçecek olmak, tam da ritmini bulmuş bu takım için biraz dezavantaj olacak gibi görünüyor.
Nou Camp'ın Bücürleri
Bu maç pivot santrfor tabirinin aslında ne kadar boş bir tabir olduğunu gözümüze gözümüze sokmutur. Bojan, Jeffren, Messi, Pedro.. Yıllardır futbolumuzda ''kaleye sırtı dönük oynayabilen'' adı altında bir futbolcu güruhu bulunmaktadır. Bunların işi gücü rakip kaleciye sırtını göstermektir. Hatta bu tipte olmayan forvetler genelde aforoz edilmiştir. Yedek kulübesinden çıkamaz olmuştur. Fakat dünkü Barça, futbolumuzun bu acı gerçeğini adeta taça atmıştır. Boyları en fazla 1.70'lik topçularla Bilbao kalesini sallamışlardır. Ülkemiz topçularının geneli, ilerdeki bu sırtı dönük oyuncuya, mütemadiyen top şişirmekte ve onun 7 kişi arasından yükselip kafayla topu ağlara göndermesini beklemektedirler. Karşı taraf da bu gelen topları güdümlü füze misali kalelerinden 80 metre ileri teperek savunma yapmaktadırlar. Her zaman söylediğim üzere de orta sahaların kullanılmadığı bir futbol kültürü oluşur böylece.. Evet Barça'da da ileride tek forvet oynayabilen ve kafa toplarına hakim bir oyuncu vardır. Lakin hiçbir zaman İbra'ya bam-güm top şişirildiği görülmemiştir.
Dünkü maçta da olduğu gibi top sürekli rakip 18'in oralarda gezdirilmekte, fırsatı bulunduğunda ara paslarla rakip defans bakkala gönderilmektedir. Atılan 4 golün de hemen hepsi bu şekilde gelmiştir. Pedro'nun olmadığı kadroda Jeffren en az onun kadar iyi oynamıştır. Zaten ilk izlediğimde ''bu adamda iş var'' dedirtmiştir(Kıtalararası kupa maçı). Puyol başlı başına bir paragraf konusudur. Forma aşkının karşılığıdır. Bunun yanında Bilbao kötü mü oynamıştır. Asla.. Onlar da en 4-5 tane net gol pozisyonu bulmuştur. Atamamışlardır. Maçı izleyenler maçın 4-4 bitme ihtimalinin de olduğunu görmüşlerdir.
Arsenal maçı öncesi yedek ağırlıklı bir kadro ile çıkan Barça, her ne kadar öyle gözükse de Arsenal maçına da bundan daha iyi bir 11 ile çıkamayacaktır. Defansta Pique ve Puyol, ilerde de İbra oynayamayacaklar son bilgilere göre. Jeffren'in yerine muhtemeldir ki Pedro oynayacak. Belki Iniesta takıma katılabilir. Milito'nun yanında eğer sakat değilse muhtemeldir ki Marquez oynayacaktır. O zaman Arsenal'in genç ve hızlı forvetlerinin Barça defansına neler yapacağını göreceğiz...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)