31 Aralık 2011 Cumartesi
İyi Seneler
Korkunç İvan herkesin yeni yılını kutlar.
Ara sıra bakımsız bıraksak da bu mecrayı nereden baksanız dört yıl olacak. Yeni yıl, yepyeni umutlar, hayallerinizin gerçeğe ulaşması dileğiyle. İyi seneler.
Bizi Ölüm Ayırır
Dün oynanan Fenerbahçe Ülker-Galatasaray MP maçının sonundan bir görüntü. Şu ana kadar çok eleştirdiğimiz, adeta yerin dibine sokup sokup çıkarttığımız Jerrells'ın maç sonu engelli bir taraftarımızla yaptığı kutlama. Formanın üzerinde yazanlar ise zaten mevzuyu açıklıyor. Ulan artık 100 maç üstüste de kaybettirsen kızmayacağız sana...
11 Aralık 2011 Pazar
Bu Filmin Sonu Yok
Koskoca dünya derbisini de kendi kısır futbol döngümüzün argümanlarıyla anlatır olduk ya, bizi bu hale düşürenler utansın ne diyeyim...
Şikeydi, vetoydu, iddianameydi derken iyiden iyiye futbola karşı bir bel soğukluğu yaşar olduk. Çok şükür şu maç imdadımıza yetişti de az biraz futbolun nasıl bir oyun olduğunu hatırlayabildik. Şimdi bekle bir dahaki El Clasico gelsin. O vakte kadar da karpuz kabuğu tadındaki ''Süper Lig'' le idare edeceğiz.
Maç başladı, daha başlar başlamaz '' Yapma Hayrettin, daha kadroları saymadım'' sözü aklıma geldi Öztürk Pekin'in. Tamam, sürekli ayağa pas yapan takımsınız, geride olsanız bile son dakikada top şişirmezsiniz ama adamlar top, tüfek daha ilk dakikadan bastırmış, neredeyse kalenin içine girecekler baskından, sen hala defanstaki adama pas yapacağım diye bomba atıyorsun. Real de affetmiyor tabi bu hatayı. Maç öncesi zaten uzun zaman sonra Real favori. Daha dakika bir gol bir ve hep beraber diyoruz ki ''tamam bu defa Jose kazanacak.''
Maçın başındaki o baskıda Barca'dan başka hangi takım defanstan top çıkarabilirdi diye aklımıza bir soru geldi maçı izlerken. Ne yalan söyliyeyim yok öyle bir takım. Resmen ısırdı adamlar topu. Ama işte karşı takım Barcelona. Fabregas, Xavi, Iniesta hatta ve hatta defanstaki Pique... Pas, pas, pas, pas, ve dakika 25-30 oldu kırdılar baskıyı. Tabi bu süreçte Bağcılar apaçisi Ronaldo'nun kaçırdığı golü de unutmamak lazım. İste bu yüzden Messi daha büyük oyuncu. Messi'nin bir asisti ile maç dengeleniyor, Ronaldo'nun yapamadığı asistle maç tam kopacakken Barcelona'ya dönüyor. Hala bu adamın Messi'den iyi olduğunu iddia eden olursa kaçın oradan. Fazla tartışmaya değmez bir konu.
Barce klasik orta sahası ile maça başladı. Yalnız dikkatimi çeken Iniesta'nın sola yakın oynamasıydı. Zannedersem sebebi de Fabregas'ın ortada başlaması. Alexsis ilerde iyi işler çıkardı. Pire gibi derler ya. Öyle bir oyuncu işte. David Villa'yı pek aratmadı. Lass Diarra Messi'yi iyi kontol etti, hatta bir kaç kez de bileğine çalıştı ama Messi işte, bir asist yaptı maçı değiştirdi. Buna karşılık Real orta sahası sadece koştu. Çok koştular, pres yaptılar ama topu koşturamadılar. Mesut, Di Maria, Lass sadece adam kovaladılar, ince işleri becerecek tek adam Ronaldo'ydu o da zaten yukarıda belirttiğimiz gibi maçı koparabileceği bir anda takım yaktı.
Real'in ikinci devre yaptığı değişiklikler de pek işe yaramadı. Kaka girdi ama çıkan adam Mesut mu olmalıydı o biraz tartışılır. Her Real-Barca maçında klasik hale gelen Pepe'nin savurduğu baltalar bu maçta da gerçekleşti. Düşünüyorum bu adamın Bilica'dan farkı var mı diye? Hakikaten bulamıyorum. İkisi de Portekizce konuşuyor, ikisi de kazma, ikisininde futbol ahlakı yok. Rakibin ayağını eline verdiler mi o gece rahat uyuyorlar zannımca..
Hakem için de konuşmak gerekirse, Messi'yi atamadığı bir gerçek. Realli bazı oyunculara da kart konusunda biraz cimri davrandı. İki taraf için de hataları oldu. Her ne olursa olsun, güzel bir maç oldu. Futbola susamıştık. Kana kana içtik. Real hala lider, rakibinin 3 puan önünde ve bir maçı eksik. Çok şey kaybetmediler bu bakımdan. Yalnız tıpkı Galatasaray-Fenerbahçe maçındaki gibi bir durum söz konusuydu maçtan önce. Piskolojik bir eşik. Galatasaray iyi geçti o eşiği. Real geçemedi. Mourinho yine mat oldu. Bu gidişle en çok Barca galibiyeti gören dünyanın en iyi teknik adamı olacak galiba...
5 Aralık 2011 Pazartesi
Alex De Souza, Şike ve Tutarsızlıklar Komedyası
Statlara girme yasağı getirilmemiştir kendisine. Dolayısıyla TT Arena'ya da.
Ben bu yazıyı yazıyorum diye Alex De Souza' ya da böyle bir karar çıkartılmayacağı rahatlığıyla yazıyorum, öncelikle bunu belirteyim. Malesef misallere bile antipatiğiz. Sadece herkesin çıkarına yazılan bir yazı bu. Kısacası adalet isyanı.
Baya baya bir Fenerli'yim. 25 yıldır kaçırdığım maç yoktur. Ama Fenerbahçelilik kimliğimle de kimseye ofansif yaklaşmam. Kendimce yaşarım Fenerim'i sadece.
Ve aynı şekilde, karakterime uygun karakter yapısıyla da feci Alexci'yim. Asla ve asla şike işlerine girdiğini de düşünmüyorum.
Neyse. Alex başlığında şunu dile getirmek istiyorum. Zira medyatik başlık bu.
Şimdi Samet Güzel' e stada girme yasağı getirildi. Ve daha nicesine. Kendisi 22-23 yaşında, bir gün televizyon karşısında otururken altta Fenerbahçe Spor Klubü'nün mail adresini gördüğünde, şansını denemek adına gönderdiği özgeçmiş ile Fenerbahçe' de tercümanlık görevine başlamış genç bir arkadaş. Bu cümleme alınmayın lütfen, hatta daha çocuk. O kadar saf. Naif.
Ve hiç bir torpille ilişkiyle o koltuğa gelmemiş birisi. Yarın alınteri dışında kendisini o koltukta tutacak bir etken de yok. Ancak alınterinin en yoğun olabileceği stadlarda da artık o yok.
Şimdi bu çocuğa Alex ve Vederson arasındaki konuşmalarda şike aracılığı yaptığı şüphesiyle stadlara girme konusunda tedbir konuyor.
Alex De Souza çarşama günü sahalarda. Vederson yine aynı ''iddia''' dan ötürü haftasonu oynayamadı, daha ne kadar oynayamayacağı meçhul.
Şimdi Samet mi şike yapmasını istemiş Vederson' dan. Alex' in bir payı yok.
Peki Alex' in bir payı olabilir mi? Mümkün mü böyle bir şey?
E o zaman? Fenerbahçe malzemecesine kadar birlik olmuş şike için, ellerine telefonlarını almışlar kimi tanıyorlarsa aramışlar. Bu mu verilmek istenen intiba? Suçlamıyorum. Anlamaya çalışıyorum. Kızmayın, devam edin. Konu bu değil.
Murat Öztürk.
Fenerbahçe kaleci antrenörü. Serdar Kulbilge ile ilgili kendisine tedbir konmuş. Kuzenimdir kendisi uzaktan, Murat Hoca. O kadar net biliyorum ki, asla bu işlere girmez. Hatta hakaret olarak algılanmasın kendisine, asla klup içinde bile etliye sütlüye bulaşmaz. Hiç bir dedikodu çemberi içerisinde adının geçmesini sevmez. Nefret eder bundan. Ona göre davranır. -Ağzından çıkan her kelimeyi on kere düşünerek seçer.
Ve Serdar Kulbilge tuttuğu bir kalecidir. Sadece o. Yılda 52 kez rahat görüştüğü birisidir. Neymiş maçtan bir kaç hafta öncesine gelen bir telefon görüşmeleri varmış.
Sırf dosyayı kuvvetlendirmek için bu şekilde, bir şekilde kendi kariyerlerinde namuslarıyla, şerefleriyle çalışıp belli bir noktaya ancak gelebilmiş insanlara yapılan bu uygulama reva değildir. Yazımın ve isyanımın sebeplerindendir Murat Hoca. Ama tek sebebi değildir.
Devam edin.
Birileri bunu, bu lanet olasıca şikeyi yapmışsa cezasını çekmelidir. Kesinlikle. Bir iki gözü dönmüşün dışında herkesin isteği bu.
Ama zaten tutuklu hali gibi son derece tartışılır uygulamaların üzerine, bu stadlara girme yasağı nedir? Bu niye yeterince sorgulanmıyor?
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, facia değil mi bu karar?
1- Peki bu adamlar şikeci olabilir dediniz, Futbolumuzu temiz tuttunuz böylece. Öyle mi? Adamın lisanslarını askıya almıyorsunuz. ama stadlara girmelerini engelliyorsunuz. Burada Samet' i, Murat Öztürk' ü konuşmuyorum. bBu şekilde tedbir konulan tüm futbolcuları veya bir şekilde klüp çalışanlarını kastediyorum. Stadlara sokmayarak mı bu insanları, futbolumuz temiz kalacak?
Anlamakta zorlanıyorum.
Bu şikeci adamlar, şike girişimlerini stadlarda mı organize etmişler? Stadlarda teknik takip yapılmış, organizasyonların stadlarda yapıldığına mı kanaat getirmiş sayın savcımız? Niye stadlar? Niye lisanslarını askıya almak değil? Madem bir tedbir kararı gerekli?
Asla lisanları askıya alınmalıdır demiyorum. Eyyamcılık mıdır değil midir, tartışmaya açmak istiyorum konuyu sadece.
2- Hadi bunu yapıyorsunuz da hiç mi kendinize sormuyorsunuz, o zaman fFnerbahçe, Beşiktaş, Trabzsonspor ve 5 takım üzerinde değişik seviyelerde de olsa( bu seviyelerin 1000 de biri kadar itham veya şüphe yoktur yukarıda bahsettiğim isimlerde) şikeye girdiği iddia edildiği bir ortamda, niçin bu takımları sahaya sokuyoruz diye, ligleri bu takımlarla oynatıyoruz diye.?
3- Murat Öztürk dedim. Serdar Kulbilge' yi aramış. manipule etmiş onu. iddia edilen. Kendisinden öğrendiğim değil, okuduğum bu. şimdi Tayfur havutçu neden içeride o zaman? Onun da yaptığı aynı değil mi?
4- Hal böyleyken aynı suçu işlediğini iddia ettiğiniz tutuklu yargılananlarla, stadlara girme tedbiri uygulanan insanların hangi davranış ve tutumlarıdır ki, kendilerine karşı farklı farklı uygulamalar getirmektesiniz? Mevcut değiştirilmeyen şike yasasında üstelik tutuklu yargılama şeklinde bir dayatma yokken, Tayfur havutçu ve emsallerinin yargılanma süreçlerinde hapiste kalmalarının akla izana uygun açıklaması nedir? Veya diğerlerinin dışarıda olmasının?
5- İçeridekiler şüpheliler. Dışarıdakiler, şüphenin kırıntısını taşıyanlar mı sadece demek oluyor bu? Tutuklu yargılananların %56 beraatle sonuçlanan davalarının ülkesindeyken, tutuksuz yargılananların yüzde 3-5 ihtimali için midir yorganı yakmalar? Türk futbolu yeterince yanmadı mı sizce? O ateşin ışıltısı mı parlatacak sizleri sanıyorsunuz? Nedir tüm bunların sebebi?
6- Ve en önemlisi belki de. Yeni sporda şiddet ve şike yasasında hangi maddeyi uygulamaya koydunuz ki, böyle bir karara imza atabildiniz?
Daha yazılsa binbir tane konusu olan, genelini bilmem, ama özelinde binbir tane tutarsızlığı medyaya da yansımış bu iddiaların tedbir kararlarından bir tane vicdanı rahat olan insan varsa, kanımca sadece fanatiklikten gözü dönmüş olanlardır.
Ve soruyorum yine,
Çarşamba günü Alex De Souza niye sahada? Suçsuz, o yüzden mi? Sadece bu mu? Diğerleri suçlu o yüzden mi?
Yoksa bu tedbir kararlarının saçmalığının, medyada istenilse bile susturulamaz hale gelecek kadar dile getirileceği korkusu mu?
Ekşi Sözlük'ten rogerian isimli yazarın Alex De Souza başlığındaki yazısından alıntıdır.
3 Aralık 2011 Cumartesi
25 Kasım 2011 Cuma
Tnt'nin Satanistlerle Savaşı
Vallahi ne yalan söyliyeyim, Türk televizyonculuk tarihi çok önemli bir eşiği dün gece aştı. Yıllardır hep dillendirilen ama ortaya çıkarılamayan, sürekli yok sayılan, ya da önemsenmeyen bir konu müthiş bir Ömer Çelakıl ve Zekeriya Beyaz sunumuyla ekranlarda yer aldı. Kendilerini ''Ruhun gücüne inanıyoruz'' şeklinde ifade eden 3 genç arkadaşımız-bazıları yayın sırasında form tutmuşlar görüldüğü üzere- her ne kadar programdakiler tarafından satanist olarak yaftalansa da ellerinden geldiğince müşgüllerini anlatmaya çalıştılar.
Bu işte şahsi kanaatimce televizyonculuğumuzun ulaşabileceği son noktadır. Daha ötesini ben göremiyorum. Televizyon eğlendirir, sanaldır, yalandır hatta. . Eğlendirdi mi? Çokca. Yalan mıdır? Yukarıdaki resim açıkcası biraz şüphe uyandırıyor. Ama bunların tamamıyla dışındaydı dün geceki yayın. Bana kalırsa daha çok trajikomikti. İnanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü konusunda süpersonik gelişmeler yaşadığımız şu zaman diliminde konukların kar maskesiyle programa çıkarılması olsa olsa kara mizahtır herhalde. Ya da hakikaten maytap geçtiler bizlerle. Gerçi Caja Laboral maçı sonrası gerilen sinirlerime çok iyi geldi onu da belirtmeden geçmemek lazım. Programdan sonra elimde olsa yakacaktım bir sigara, ''nereye gidiyo lan bu memleket'' diyip ufka doğru tüttürecektim.
- Biz ruha inanıyoruz
+ Hangi ruha, tuz ruhuna mı?
Bu dialogtan sonra tv'yi kapattım. Önümüzdeki hafta Flash Tv'de yayınlanacak olan ''Kadere Mahkumlar'' programına kadar da açmayı düşünmüyorum.
Tv-Medya sektöründe bulunduğu için kişisel, bu millete ve bu muameleye maruz kaldığı için toplumsal olarak hicap duyan bir dengesizin serzenişlerini okudunuz.
Esen kalınız.
19 Kasım 2011 Cumartesi
Behzat Ç.
Sene 95 ; "Zamanın Ankara Emniyet Müdürü yanınıza gelip 'iyi misin ?' diye sormuş. 'Saçma sapan konuşma' demişsiniz."
Savunmanız ; "O sorudan nefret ederim."
Aynı sene ; "Ekip aracında alkol alırken yakalanmışsınız."
Savunmanız ; "Karımdan yeni boşandım."
Sene 96 ; "Dördüncü sınıf emniyet müdürü'ne fiili saldırı."
Savunmanız ; "Terbiyesizlik yaptı."
Sene 97 ; "Asayiş şube müdürü'ne 'çok konuşma lan' demişsiniz."
Savunmanız ; "İşime karıştı."
Sene 98 ; "Hizmet içi eğitim kapsamında başkomiserler arasında yapılan bir ankette, polis olmasaydınız ne olurdunuz sorusuna 'katil olurdum.' yanıtını vermişsiniz."
Savunmanız ; "Hayatımda böyle saçma sapan anket görmedim."
Sene 99 ; "Yılbaşı gecesi bir vatandaşın işaret parmağını kırmışsınız."
Savunmanız ; "Meskun mahalde ateş edecekmiş gibi bakıyordu."
Sene 2000 ; "Gençlerbirliği idari menajeri'ne silah çekmişsiniz."
Savunmanız ; "Kapıları vaktinde açtırmadı,taraftar dışarda kaldı."
22 yılda 23 soruşturma.toplamda 16 yıl kıdem tenzili, 22 maaş kesintisi, 10 kınama cezası, 7 sefer açığa alınma.
165 yıllık polis teşkilatının gururu.
Hepimizin amiri ; Behzat Ç.
Son hafriyat'tan alıntıdır.
19 Ekim 2011 Çarşamba
Kara Çarşamba
Aynı şeyleri tekrar etmek, kafanızı fazlasıyla ütülemek niyetinde değilim. Zaten başımızdakiler demagojinin Allah'ını hergün yapmaktalar. Şehitlerimiz....
Allah rahmet eylesin hepsine. Başımız sağolsun..
Zaman durdu...
12 Ekim 2011 Çarşamba
Fenerbahça Ülker:97 Galatasaray:103
İki takımın da kupayı birbirine ikram ettiği, en sonunda Galatasaray'ın ikramı geri çevirmediği mücadele. Fenerbahçe için konuşmak gerekirse, beklenenin de üzerinde bir direniş gösterdiler. Sezon öncesi takım tam manasıyla ritmini bulamamışken, sakatlar varken ve Galatasaray gibi çok fazla silahı olan bir takıma karşı çok çok iyi mücadele ettiler. Kupayı kaybetmeleri çok önemli değil. Önemli olan bu iradeyi ortaya koymaktı. Aptalca hatalar da yaptılar. İlerleyen maçlarda bunların azalarak biteceğini tahmin ediyorum.
Galatasaray'da ise Shumpert yine bilindik bir oyun ortaya koydu bize karşı. Bu adamı anlamak çok zor. Karşısında Fener'i gördü mü coşacağı tutuyor. Keza Ender. Burada kafama takılan Lakoviç gibi bir adamın hiç kullanılmaması. Yanlış hatırlamıyorsam maçı 6 sayıyla bitirdi. iİki üçlükle. Yani adamların oynatmadığı adam Lakoviç, bizim yedek guard Jerrells. Aradaki kalite farkını varın siz hesaplayın. Maç öncesi Andriç ve Shumpert'ın Galatasaray adına kilit adamlar olacağını düşünüyordum. E bir de bunlara Ender eklenince maçı kazanmak çok zordu.
Gist müthişti. Yani nasıl anlatılır bilemiyorum. Galatasaraylı bir oyuncunun üzerinden tek elle yaptığ bir smaç vardı ki o anda rakip oyuncu olsam sahayı terkeder, o smaçı kafasına yiyen adam olsam basketbolu terkederdim. (Shumpert ya da Shipp'ti). Bunun yanında dış atışları da çok iyiydi. Biz Bogdanoviç'den beklerken adam çatur çutur üçlük attı. Açıkcası bu adamı görünce ileriye daha da umutla bakıyorum. Uzunlarda Galatasaray'ın direkt üstünlüğü vardı. Onu hiç açmaya gerek yok. Takım resmen bağırıyor bir tane 5 numara lazım diye. En azından Mirsad gelene kadar.
Maç çok gitti geldi. Ukiç son anlardaki o iki serbest atışı sayıya çevirse muhtemelen kazanacaktık da. Olsun. Ben güzel bir maç izledim. İki takıma da teşekkür etmek lazım.
Galatasaray'ı da kupayı aldığı için tebrik ediyorum
Not: Fenerbahçe Ülker'in Nba'de devam eden lokavt süresince, Oklahoma City Thunderslı Thabo Sefalosha ile anlaştığı açıklandı. Hayırlı olsun.
5 Ekim 2011 Çarşamba
Ferrari Enzo
Zamanında elemanın biriyle, Ferrari'ye tüp taktrdığı gerekçesiyle çok makara geçildi bu topraklarda. Her zamanki söylemle çok eleştirilmiş, o arabayı alıyosan yakıtını düşünmeyeceksin ülen denilmişti. Haklıydık. Eşşek yüküyle para verdiğin bir araca bu muamele reva görülemezdi..
Şu resimde gördüğünüz olayda ise durum daha vahim. 2002-2004 yılları arasında üretilmiş, 399 adet Ferrari Enzo'dan biri bu. Dubai'de bir çölde unutulmuş. Evet unutulmuş. Bu aracın sahibi şeyh, ya da her ne haltsa bu makinayı çölde unutmuş ve aracı bulan polisler tarafından araç parka çekilmiş. Son hali de budur işte. Yaklaşık değerinin 700.000$ olduğu düşünüldüğünde de bunu unutan mekanizmanın nasıl bir işleyişe sahip olduğu konusunda ufacık da olsa bir fikre varabilirsiniz diye düşünüyorum..
İtalyanlar'ın yerinde olsam bir daha bu adama bırak Ferrari'yi Linea bile satmam. İtalyan topraklarına da adım attırmam. Ne demek lan Ferrari'yi unutmak. Sigara paketi mi lan bu? Sabahtan beri sinire kestim, şimdi kendimi tokatlamaya başlayacağım...
1 Ekim 2011 Cumartesi
Mgm
22 Eylül 2011 Perşembe
Savaş Öncesi
1939 öncesi dünyayı savaşa sürükleyen yılları gayet güzel yasıtabilmiş resimler. Hitler'in yargılanışı, Mussoli'ni ile ittifakları, İspanya iç savaşında Naziler'in faşistlerle işbirliği yapıp, sosyalistlerin üzerine bomba yağdırması. (Naziler'in İspanya'daki olaylara müdahelesi, savaşta kullanacağı yeni savaş aletlerinin bir nevi denenmesidir.) 1936'da Owens'ın olimpiyatlardaki meşhur ayarı, tektipleştirilmiş Alman halkı..
http://www.theatlantic.com/infocus/2011/06/world-war-ii-before-the-war/100089/
18 Eylül 2011 Pazar
Metin Özerdoğan!!
Bu arkadaşı dört yıl önce rahatsız ettiklerinde ağzına ne gelse savurmuştu. bu seferkinde her şey güzel, hoş başlamışken, sonrasında laf Fenerbahçe, şike, Uefa filan derken gün yüzü görmemiş küfürler günyüzüne çıkıyor. Hayranınız Metin Abi..
Buyrun,
http://www.youtube.com/watch?v=t6e0jwVeFnI
14 Eylül 2011 Çarşamba
Ooo Papatyaa
Son iki yıl içerisinde saymadım ama zibilyonuncu kez futbol zevkimizin içine itina ile sıçtınız. Daha çok D-Smart abonesi olsun diye güzelim maçları katlettiniz, bu ucubeyi yayınladınız. Çok merak ediyorum. Amacınıza ulaşabiliniz mi? Son iki yılda gözle görülür bir dekoder satışı patlaması yaşadınız mı? Yoksa tarafınıza gelen küfürlerin, hakaretlerin, ardı arkası kesilmeyen şikayetlerin önünü alamadığınız vakitler de oldu mu?
Anlaşılıyor ki bu staretjiyle çok da başarılı olmadığınız açık. Siz devam edin. Biz yine sağdan soldan bir şekilde izleriz maçları. Reklamın iyisi kötü olmaz derler, ama bu hakikaten reklamın kötüsü. Ben bunca adamın bir konuda bir araya gelerek bir kuruma bu kadar galiz küfürler savurduğunu daha önce bir kaç kez görmüştüm. Ne tesadüf ki olayların merkezinde yine siz vardınız..
11 Eylül 2011 Pazar
La Liga Hafta Sonu
Bir akşamda bu kadar La Liga izleyince insan ister istemez bizim süfer lige pek göz atmak istemiyor. Trabzon, Beşiktaş birbirinden zorlu maçlar oynadılar, golleri kim attı diye sorsanız inanın bilmiyorum. Futbol sevgimizi kemirip, bizi bu hallere düşürenlere ben hakkımı helal etmiyorum..
Neyse efendim bu müthiş La Liga akşamını Barca maçıyla açtık. Zaten açar açmaz da maç 0-2'ye geldi. İlk golde ben biraz Selçuk-Burak ortak yapımına benzer bir gol gördüm. Defansın arkasına atılan bir top ve Xavi'nin bitirişi. Sonrasında Fabregas'ın golü. O sıra yedek kulübesine baktım, Iniesta, Puyol, Messi, Pique, Mascherano.. Kaldı ki sahadakilerin de onlardan aşağı kalır yanı yok. Bu rotasyon işi bu sene Guardiola'nın ömründen götürür. Maç aslında birbirinden ayrı iki devre gibiydi. İlk yarı Barca, ikinci yarı Sociedad maçın hakimiydi. Kaldı ki ben Barca'nın bu kadar basit hatalar yapıp goller yediğini ilk kez görüyorum. Biraz da erken skor avantajına sahip olmanın getirdiği bir rehavet diyelim. İkinci yarı neredeyse maçı vereceklerdi son dakikalardaki pozisyonlarda.. Böyle bir şok gerekiyordu.
Günün ikinci maçı Real-Getafe maçıydı. Real'de dikkatimi çeken Marcelo'nun iyi formu. Oldum olası bu adamı pek yakıştıramam Real'e ama dün çok çok iyiydi. Mesut yine müthiş paslar attı, asist yaptı. İlk goldeki müthiş paslaşmaları maç içinde pek çok kez gördük. Yalnız bu Fabio Coentrao böyle giderse yakında ikinci sınıf İspanyol takımlarına kiralanır. ''Nereye düştüm lan ben'' havası var hala üzerinde.
Getafe baya iyi direndi. takımda Miku adında bir forvet var. Adam Venezuelalı ama Madrid defansıyla baya samba yaptı. İki gol attı ikisi de ''kumbaraya para atmak'' dediğimiz türden gollerdi. O saçma penaltı kararı olmasa maç 4-2 biter miydi hala kafamda soru işaretleri var.
Günün son maçı. Valencia-Atletico maçı. Ne yalan söyliyeyim, Arda ve Mehmet Topal olmasa izlenecek maç değildi. İki tarafa bakıyorum, hakikaten müthiş oyuncular var. Soldado, Piatti, Falcao, Diego.. Ama maça bakıyorsun bizdeki Mersin İdman Yurdu-Ankaragücü maçından hallice.. Reyes'in posaso çıkmış, bu adamı almayan Galatasaray bana göre bu yılın en isabetli kararını vermiş. Adam resmen kendi takımına takoz koymakta. İkinci yarı Soldado'nun golü ve Arda'nın da girişiyle maç baya bir hareketlendi. Hele ki Diego ve Arda bu takımda birlikte oynarlarsa Falcao ihya olur. Dünkü maçta da Arda bomboş durumda Falcao'ya çıkarsa adam topla birlikte kaleye girecekti. Yapmadı. Aynı durumda bizim topçu pası alamasaydı, ne Türk düşmanlığı kalırdı, ne de takımdan dışlanmışlığı.. Neyse efendim güzel geceydi. Sırbistan-Türkiye maçı sonrası görüşmek üzere.
10 Eylül 2011 Cumartesi
Hesaplar Üzerine
Şimdi Almanya maçını kaybettik ve her zamanki gibi hesaplara başladık. Çok değil, daha bir kaç gün önce, Avusturya maçı sonrasında, Almanya'yı sahamızda yenersek, Belçika-Almanya maçı beraberre biterse v.s v.s hesaplar yapmaya başladık. Bilmiyorum ama genlerimizde var galiba. İşimizi kendimiz göremiyoruz, sonrasında düşün Allah düşün.
Almanya maçı sonrasında oluşan tablo daha bir acayip. Şimdi Almanya'ya yenildik ve Sırbistan maçı bizim için final oldu. Fakat bugünkü Fransa-Litvanya maçını Fransa'nın kazanması sonrası durum biraz daha farklı gibi oldu. Eğer biz son maç Sırbistan'ı yenersek Litvanya gruptan çıkmayı garantilemiş olacak, Almanya maçına çok rahat çıkacak ve olacakları kestirebilmek çok güç bu durumda. Almanya'nın olası galibiyeti bizim maçı taça atmış olacak. Yok Sırbistan'a yenilirsek zaten bizim için son düdük çalmış olacak. Neyse ya ben sözü karikatüre bırakıyorum. Durumu en iyi o açıklıyor.
4 Eylül 2011 Pazar
30 Ağustos 2011 Salı
Yorgun
Hem Penaltı Hem Gol
28 Ağustos 2011 Pazar
Güle Güle TOTA!!!
Ne çok tekrar etmeye başladık şu cümleyi Fenerbahçeliler olarak... Sırada kimler var hakikaten düşünmeden edemiyor insan. Güiza, Lugano, büyük ihtimalle Niang ve Dia da bu kervana katılacak.
Anlamıyorum şu sözleşmedeki 3 Milyon Euro maddesini. Lan Güney Amerika şampiyonu takımın hem kaptanı he stoperi bir adam var kadronda. Ederi Pepe denen kazmanın 30 Milyon ettiği yerde hiçe etmese en az 15 Milyon eder. Ve sen bu adamın sözleşmesine ''3 Milyona gidebilir'' maddesi koyuyorsun. Bu adamı transfer edenlerin ya da sözleşmesini uzatanların futboldan anladığı ortada amna yöneticilikten anlamadığı aşikar.
Luciano sonrası transfer edilmişti. E biraz şans da olacak bir oyuncuda. Daha formayı giyip ilk maçına çıkar çıkmaz 2 gol sallamıştı Antalya kalesine. O zamanlar herkesin dilinde Luciano vardı. O maç sonrası Luciano gitti Lugano geldi. İlk maçtan taraftar bu adamı çok benimsedi, kabullendi. Sert oyuncuydu, takımı için ağız burun kan içinde kalan kaç tane oyuncu kaldı ki şu endüstriyel soygunda. Lugano son mohikan gibiydi bizim takımda. O ve Tuncay aynı anda aynı forma altındaysa bir takım için daha ne gerekirdi ki. Top peşinde koşmaktan takım olarak rekorlar kitabına bile girerdik.
Hep eleştirilirdi. Her sezon bir transfer hikayesiydi önümüze konan. Bakıldığı vakit adı geçen takımların hepsinde direkt oynayabilecek bir oyuncuydu Lugano. Gel gör ki kimse ona Türkiye'de verdiği ücreti veremiyordu.(Aslında veriliyordu ama vergi kesintileri Türkiye'dekin fazla olduğu için Lugano'ya bzim verdiğimizin yarısı veriliyordu) Yüksek bir meblağ alıyordu bir defans oyuncusu için ama aldığını sonuna kadar hakediyordu. Yobo ile birlikte yıllar sonra Uche-Högh benzeri bir defans hattımız vardı. Şu son olaylardan sonra o da kuşa çevrildi. Gitmesini kimse gemiyi terketmek olarak değerlendirmemeli. Zaten mevcut durumda yabancıların bir çoğu elden zorunlu olarak çıkarılcak..
Seni unutmayacağız Tota. Fransa Ligi'ni izlememiz için artık bir nedenimiz var...
27 Ağustos 2011 Cumartesi
Barca Ah Barca
İnsanın şu sıra hiçbir şey yazası gelmiyor bok çukuruna batmış futbolumuz hakkında. Ne var ki elimizde hala daha izleyebileceğimiz bir Messi, bir Xavi bir Fabregas var. Niceleri var saymadığım, onları da sizler ekleyiverin cümlenin sonuna.
Şu Porto çok acayip bir takım. Savunma takımı desem Lucescu'nun Shaktar'ı gibi. Değil. Hücum takımı desem o da değil. Böyle arada takılan sinir bozucu bir şey. Bu halleriyle Barcelona'yı biraz ritm dışına çıkardılar ama zorladılar dersek pek doğru bir kelime kullanmış olmayız. Direndiler, pas kanallarını kapatmaya çalıştılar, arada bir şut denediler. Hepsi bu. Gerisinde zaten Barcelona vardı.
İlk yarı bitmeden golün gelmesi kötü oldu Porto adına. Hem de maç boyu Xavi ve Iniesta'dan beklediğimiz o bel kırıcı pası bu defa Porto'nun insan azmanı Hulk yaptı. Messi de zaten genlerine işlenmiş olan şeyi yaptı. Helton bana göre Avrupa'nın en iyi bir kaç kalecisinden biridir ama yediği fake.. Düşman başına.
İkinci yarı yine Porto adına konuşacak olursak Guarin'in tek bir zorlayıcı şutu vardı. Onun dışında bu da kaçar mı denecek tek pozisyonları yoktu. Falcao'yu belki biraz ararlar ama yerine birini mutlaka bulur bu futbol simsarları. Getirdikleri Kleber için ilk maçtan bir şey söyleyemem ama bir cevher var gibi. Yaşı da 21. İzleyip görelim.
Fabregas sopn 3-4 gün içerisinde kariyerinde kaldırmadığı kadar kupa kaldırdı. Bu da işte Barcelona'da oynamanın güzelliği. Yalnız dikkat ediyorum da sanki birinin kastı var bu adama. Son iki maçtır bileğine bileğine çalışıyorlar bu adamın. Nedir derdiniz birader?
Başlık biraz Ntvspor reklamı gibi oldu ama idare edin. Ben o teyzenin her ''Kaka ah Kaka'' deyişinde acayip bir hisse kapılıyorum. Neyse uzatmayalım konu başka taraflara kayıyor..Kayıyor derken????
25 Ağustos 2011 Perşembe
Şampiyonlar Ligi
A GRUBU
Bayern Münih
Villarreal
Manchester City
Napoli
B GRUBU
Inter
CSKA Moskova
Lille
Trabzonspor
C GRUBU
Manchester United
Benfica
Basel
O.Galati
D GRUBU
Real Madrid
Lyon
Ajax
Dinamo Zagreb
E GRUBU
Chelsea
Valencia
Bayer Leverkusen
Genk
F GRUBU
Arsenal
Marsilya
Olympiakos
B.Dortmund
G GRUBU
Porto
Shakhtar Donetsk
Zenit
Apoel
H GRUBU
Barcelona
Milan
Bate Borisov
Viktoria Plzen
G grubunda olmak vardı şimdi...
Trabzon görünen o ki gönderdiği adamları ilk önce hamama ordan kura çekimine göndermiş. eski cenabetlikleri olsa kesin Milan-Barca grubuna düşerlerdi. İyi kura.
23 Ağustos 2011 Salı
Fenerbahçe:1 Werder Bremen:0
Türk Futbolu'nun içinde bulunduğu pislik çukuru hiç kuşkusuz tüm takımları bu seneyle sınırlı kalmaayacak şekilde etkileyecektir. Bazı takımlara olumlu manada bazılarına olumsuz manada. Fenerbahçe şu anda tüm bu olayların tam da merkezindeki takım. Yapılan her hareket, söylenen her söz takım üzerine bırakın şaibeyi direkt film senaryoları üretilecek şekle getirilebiliyor. Bunca harala gürelenin içinde takımın bundan fazlasıyla etkilebileceğini-Emenike'de yaşananlar gibi- hatta önümüzdeki bir kaç sezonu da kaybedebileceğimizi düşünüyordum. Fakat şu maçı izledikten sonra fikirlerim tamamen değişti. Yaşananlar tam tersi müthiş bir hırs pompalamış takıma. Bilica dahil, bakın Bilica dahil herkes kendini yırtarcasına mücadele ediyor. Alemlerin adamı olarak gösterilen Niang kendisini savunanları bakkallara postalıyor, Alex'i söylemeye zaten gerek yok. Yıllanmış şarap gibi Yaşlandıkça kendini yeniliyor.
Maça gelirsek, Gökhan Gönül'ü uzun bir adan sonra sağ açık gibi gördük mmaçta. Pek de olumlu şeyler söyleyemeyeceğiz bu konuda. Gökhan geriden gelip atağa katılan bir oyuncu. Açıkta oynadığı vakit buna pek fırsat bulamadı orta sahadaki mücadele içerisinde. Yerinde oynayan Orhan Şam ideal bek kıvamında. Dia bence senenin en flaş ismi olacak gibi görünüyor. Topla inanılmaz etkili. Bir de şu ince işleri becerebilse. Gümbür gümbür rakip eksiltiyor sonrasında öyle işle yapıyor ki dağlara taşlara. Stoch hala Twente'de kalmış. İyi oyuncu, kumaş var lakin kanıtlayamıyor. İstiyor da beceremiyor sanki. Alex zaten bildiğiniz gibi. Bu adamın ismini de şike soruşturmasında andılar ya, o insanları Allah çarpmazsa ben de bir şey bilmiyorum.
Sezon öncesi en çok dikkat çeken iki isim bana göre Baroni ve Uğur Boral'dır. Baroni'nin boş olan soketlerine ram atmışlar gibi. Çok hızlandırmış oyununu. Topu dürtmeden direkt isabetli pasa dönüştürüyor. Bu iyi bir gelişme. Uğur sakatlık sonrası kendini toparlamış gibi. İki maçtır skora direkt katkı veriyor. Solda iyi bir alternatif hatta direkt oyuncu olabilir.
Defans hattına Yobo ve Lugano'nun geri döneceğini varsayarsak pek problem yaşanmaz. Savunma hattı aynen devam eder. Aykut Kocaman geçen sene başında denediği gibi 4-3-3 tarzı bir şey deniyor. Başarılı olur mu bilemem ama geçen sene ne ızdıraplar yaşadığını kendi daha iyi bilir. Şu anki formata göre Alex ortada sağda Dia solda Niang gibi durum var ki Alex'le Niang'ı biraz taca atmış oluruz. Hazırlık maçlarının da amacı bu. Deneyip göreceğiz. Ama ilk izlenimler iyi görünüyor. 25 Ağustos'taki kura çekiminde ilk torbadan Arsenal, ikinci torbadan Marsilya-üçüncüden biz haliyle- dördüncü torbadan da Dortmund hariç herhangi birinin gelmesi dileğiyle.
Esen kalınız.
21 Ağustos 2011 Pazar
Vladimir İlyiç Lenin
Ne kendisinden sonra gelecek olan Troçki'nin sürgüne gönderilip öldürülmesi, ne Stalin'in diktatörlük dönemi, ne de Gorbaçov'un Sovyetler Birliği'ni dağıtıp kuşa çevirmesi.
Bu adamı mezarında ters çevirmişse ancak bu reklam ters çevirir. Sen kalk koskoca bir ideolojinin lideri ol, dünyanın görüp görebileceği en büyük devrimleri gerçekleştir kaldı ki o ideoloji kapitalizmin baş düşmanıdır. Sonrasından kapitalizmin reklamlarına meze ol. Adaletin yok dünya..
19 Ağustos 2011 Cuma
Güle Güle Ağlak Çocuk
İlk kez Euro 2008 finallerinde izlediğimizde ne de güzel gözükmüştü gözümüze. Oyunda kaldığı kısıtlı dakikalarda öyle yararlı işler yapmıştı ki ''bizim tkaımda olsa ne goller atar ama'' demiştik kendi kendimize. Boru mu birader? İspanya Ligi'nde kamyonla gol atmış bir adamdan bahsediyoruz. 2008 finalleri ile de resmen cila çekmiş üstüne. Medyada sürekli Arsenal'e gidecek haberleri dolaşıyor o dönem. İşimiz zor. Ama ne oluyrsa oluyor bir de bakıyoruz havaalanına indirmişiz adamı. Ondan önce de milli takımdan hocası Aragones gelmiş takımın başına. Offf be şampiyon takımın hocasıyla, forvertini aynı çatı altında bir araya getirmişiz. Şampiyonlar Ligi ile ilgili ne hayaller ne hayaller...
Sonra sonra balon patladı. Ne aragones kaldı, ne de onun getirdiği ikinic sınıf adamlar. Bir tek Güiza kalmıştı o dönemden. Üzerindeki fiyat etiketinden olsa gerek ne atılıyordu ne satılıyordu. Öyle ki koskoca bir camianın iki senesine mal olmuştu bu yüzden. 2 sezon önce Kadıköy'de oynanan ve Bursaspor'un 3-2 kazandığı maçta, Fenerbahçe 2-0 öndeyken öyle bir gol kaçırmıştı ki maç orada kopacakken, tam tersine dönmüş Bursaspor maçı 3-2 kazanmıştı. Sezon sonunda bu maçın acısı çok fena çıkacaktı.
Geçtiğimiz sezonun başında da gidiyordu, gidcekti derken kaldı. Sakatlıklarla boğuştu. Sezon arasında gidecekti, yine kaldı. Pek fazla oynayamıyordu. Pek arayanı da yoktu açıkçası Niang'dan sonra. Ama işte bu adam bir acayip, öyle bir yerde ortaya çıktı ki yine gönüllerimizi aldı. Buca maçına girdikten sonra topa ilk dokunuşu ağlarla buluşmuştu.. Sezonun bence en kritikl maçını döndüren adam olmuştu. Bir önceki sezon bu adamın teptiği ile giden şampiyonluk bir sonraki sezon tılsımlı dokunuşuyla gelmişti.
Evet çok kahretmiştir bizi. Çokça sövmüşüzdür. Ama forması için terinin son damlasına kadar savaşan bir adamdır Güiza. Sırf bu yüzden de iyi bir vedayı haketmektedir. Biz onu Beşiktaş'a sıraladığı gollerle, kaleye giren topu auta atmasıyla ve hisli, ağlak bakışlarıyla hatırlayacağız. Kale direkleri artık daha yalnız olacak sen olmayınca.
Radamel Falcao
Günün bombası Atletico Madrid'den geldi ve Portolu Falcao 40 Milyon euroya transfer oldu. Bu resim de Vicente Calderon'dan. Transferin resmiyeti açısından.
Bu Porto'nun son yıllarda yaptığı kaçıncı bol sıfırlı transfer ben takip edemedim. Lisandro Lopez, Lucho Gonzales, Pepe. Şimdi de Falcao. Toplasanız rahat 100 Milyonu bulur ki bizim transfer özürlülerin tarihleri boyunca oyuncu satışından elde ettikleri gelirden fazladır.
40 Milyon eder miydi bu adam? Bence ederdi. Ki bu transfere izin veren Porto vakt-i zamanında Pepe denen insan ziyanını Real'e 30 Milyona kakalamıştı. Bakış açısına göre az bile denebilir Falcao için ödenen rakam. Falcao-Forlan.. Arda Turan sevinmiştir en çok bu işe. Asistleri artık boşa gitmeyecek.
7 Ağustos 2011 Pazar
Dünya Varmış
Dünkü Milan-İnter maçını izleyemedim iş güç yüzünden ama bugünkü United-City maçını mutlaka izleyecektim. İzledim de. Maç sonu verdiğim tepki tam olarak budur. Ohh be dünya varmış. Ne özlemişiz be şu mereti. Şikeydi, skandaldı, teşvikti o kadar futboldan soğuttular ki bizi şu maçı izlemesek daha da kendimize gelemezdik.. Sezon açılıyor, kendi bokumuzda boğulmak bir yana dursun, biz futbolu sadece futbol olduğu için seven insanları yine Avrupalılar'ın sevindireceğini de anlamış olduk..
Maçın sonucuna bakıldığı vakit çok çekişmeli geçtiği sanılabilir fakat hiç alakası yok. Evet çok gollü bir maçta, son zamanlarda yaşadıklarımızdan sonra çölde bir vaha gibiydi ama city tarafından olaya bakıldığında iki kaleci hatası dışında hemen hemen hiç pozisyon bulamadılar. Topla sürekli oynayan, bastıran, paslarla rakibin üzerine giden tek takım vardı o da kırmızılardı.
Kaleci için de birkaç şey söylemek lazım. Van der sar'dan sonra kim geçse o kaleye biraz ufak kalırdı. De Gea bence bunun problemini biraz yaşıyor. Van der sar'ın boylu, poslu kaleciliğinin yanında De Gea sanki liseden yeni mezun olmuş bebe gibi kalıyor. İlk golde topa çıkabilirdi, çıkmadı. İkinci golde de Dzeko'nun yaradana sığınıp vurduğu şut üstüne gelmesine rağmen kurtaramadı. Bununla birlikte City'nin de özeti budur. İki kaleci hatası iki gol. Ne Dzeko ne David Silva ne de diğerleri hücum anlamında çok etkisizdiler. Etkili oldukları tek nokta vardı o da Unitedli oyuncuların ayaklarını ellerine verme çabaları. De jong(her zamanki gibi) ve Micah Richards buna iki kez yeltenmelerine karşın herhangi bir ceza almadılar ki kesinlikle kırmızı kartlık pozisyonlardı.
United tarafına gelirsek, Sir yine bildiğini okudu yine kazandı. Çoluk çocukla sahaya çıkmasına karşın, karşısında kasaplardan kurulu bir takım olmasına karşın hiç korkmadan saldı çocukları sahaya. Çocuklar da müthiş oynadılar. Ben özellikle Tom Cleverley isimli topçuya hayran kaldım. İkinci yarı oynamasına rağmen müthiş etkiliydi. İzleyicilerde bir Thiago etkisi bıraktı desek fazla abartmış olmayız sanırım. Rooney yine takımı ilerde tutan isimken Nani maçı koparan oyuncuydu. Hele attıkları ikinci golü izleyemeyenler mutlaka bir yerlerden bulup izlesinler. Barcelona futbol okulunda bile ders olarak gösterilebilecek bir goldü.
Scholes'dan sonra kalan son kale Giggs, Park, Berbatov gibi isimlerin yedek kaldığı bir United vardı karşımızda. Ben şahsen çok beğendim. Sezon içinde Şampiyonlar Ligi'nde çok ilerileri gidemezler ama önümzdeki senelerde müthiş başarılar yakalayacakları kesin. Cleverley diyorum dikkat diyorum.
Sözün özü özlemişiz futbolu be.
31 Temmuz 2011 Pazar
Trt İngilizcesi
Söyleyeceklerim sana değil bey abi. Senin bir kabahatin yok bu rezalette. Kabahat seni oraya gönderip üstüne bir de Hiddink'le röportaj yaptıranda. Trt için yıllardır süregelen bir iddiadır bu. birilerinin birilerini sürekli kayırdığı veya yine birilerinin birilerinin ayağını kaydırmak için olmadık işlere bulaştırdığı. Bu açıdan bakınca sen kayırılmaktan ziyade sanki aç aslanların önüne atılmış gibi duruyorsun. Zaten röportaj sırasındaki ''sıçtık'' bakışın da bunu kanıtlar durumda. Bir de ''maybe skandal'' olayı var ki ona hiç girmiyorum.
Evet millet, bizim elektriğimizden, aldığımız her televizyondan vergi kesen Trt'nin son hali budur. Geçtiğimiz Dünya Kupası maçlarını nasıl rezil ettikleri ortadayken önmüzdeki Dünya Kupası için de uçkur çözdüklerinin en büyük kanıtıdır bu olay. Zaten memleketin yönetici kısmı mütemadiyen böyle tipler. Haketmediği halde bir yerlere gelenler.. Şimdi bunları söylüyorum ve ''orada ben olsam daha iyiydi yeaaa'' diyerek kolaycılığıa da kaçmıyorum. Hayır ben de olamazdım. Lakin koskoca Trt'de bir tane bile ingilizce bilen muhabir hadi onu da geç bir tane çevirmen olmaz mı yahu? Naıl bir sirk sizin orası?
Sevgili bey abi. İsmini sonradan öğrendim. İbrahim Kırkayak'mış. Televizyonculuk, yayıncılık veya futbol konusunda uzman olabilirsin ama hiç olmazsa arada bir ''is'' ya da ''the'' kullansaydın. Valla ben bu halimle kullanıyorum. Hiçbir şey yapamasan rijkaard'ın çevirmeni gibi ''what do you think about'' deyip at pası.
Not: Tanju Çolak'tan sonraki ikinci büyük milli felaket:)
http://www.yildiz.tv/?act=dvr&chan=trt3&seekTime=30-07-2011%2023:38
23 Temmuz 2011 Cumartesi
Fritz Walter
Fritz Walter 2.Dünya Savaşı'nın son yılına kadar milli takım sayesinde gerçek manada askerlik yapmadı. Ama yenilgi kaçınılmaz olduğunda birliğine gitti. Ruslar yerine Amerikalılar'a teslim olmayı yeğleyen bölük, yakalandıkları bölge gereği Sovyet Ordusuna teslim edildi. Walter ve arkadaşları bir trene bindirildi. İstikamet Sibirya'ydı. Sibirya öncesi son istasyon Ukrayna'daydı. Bir mola verdiler. Fritz Walter, bir grup subayın maç yaptığını gördü. Ruslar'ın yanı sıra Macar, Çek ve Polonyalılar da vardı. Esir olmasına aldırmadan maça katılmayı teklif etti. Kabul edilince oynamaya başladı. Tabii ki performansıyla büyülüyordu. Derken bir Macar subay, onu tanıdı. 1942 yılında oynanan Almanya-Macaristan maçını anımsamıştı subay. Walter'in adı Sibirya listesinden hemen silindi. Ukrayna'daki o kampta 7-8 ay esirlere futbol öğretti. Sonrasında ise serbest bırakıldı. Bu olaydan 9 yıl sonra 1954'te Batı Almanya, o subayın ülkesi Macaristan'ı 3-2 yenip dünya kupası'nı alırken takım kaptanı Fritz Walter'di. Kader işte!
Kaynak: knoxoverstreet Ekşi Sözlük. http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=fritz%20walter
Yazarın Notu: 1954 Dünya Kupası'nda Batı Almanya'nın teknik direktörü şimdilerde bile Almanlar'ın futbol ilahı kabul ettikleri Sepp Herberger'dir. Fritz Walter'i de ilk kez o milli takıma çağırmıştır.
17 Temmuz 2011 Pazar
15 Temmuz 2011 Cuma
Şeki Mi İhale Mi?
Herkes ‘futbolda şike’ meselelerini, “vay, sizin kulüp de pek bir kirliymiş!” diye konuşadursun, takdir edebileceğiniz üzere bu operasyon da tamamen duygusal!.. Ha, evet, kulüpler pek bir kirli. Bunu bilmeyen mi vardı? Lakin yaşananlar, kirli kulüpleri Silivri Hamamı’nda keseleme operasyonunun çok ötesinde bir anlam taşıyor.
Kimi kesimler şike operasyonuna temkinli yaklaşarak, endüstrileşmiş futbol aleminin cemaat ve Akp’nin iştahını kabarttığını, operasyonun futboldaki pastayı mideye indirmek maksadıyla yapıldığını söyledi. Bu izahat kısmen doğrudur; ancak, ‘kısmen’ doğrudur. Çünkü ortada, futbolda dönen paradan çok daha büyük bir para var…
O ‘büyük para’ mevzuuna geçmeden, emniyet ve yargı süreçlerinde hiçbir şeyin tesadüfi olmadığını hep hatırımızda tutalım. Ergenekon hakimi Köksal Şengün, milletvekili seçilen Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay’ın serbest bırakılması gerektiği yönünde oy kullanır kullanmaz Bolu’ya sürgün edildi mesela! Yargı işte bu kadar ‘bağımsız’... Dolayısıyla, Deniz Feneri soruşturmasında ‘formalite icabı’ tutuklanan Zahid Akman ve üç kafadarı hakkında zerre gürültü kopmazken, ‘şike çetesi’ hakkında emniyet’ten ortalığa ‘bilgi’ boca edildi.
Şimdi operasyonun niteliğine bakalım. Fenerbahçe’den başkan Aziz Yıldırım, Beşiktaş’tan futbol komitesi başkanı ve asbaşkan Serdal Adalı gürültülü bir süreçle tutuklandı. Bu iki ismin ortak bir özelliği var. Her ikisi de Nato müteahhidi ve silah ticareti ile uğraşıyor. Fenerbahçe taraftar sitesi antu.com’da ortaya atılan iddia ise çok çarpıcı. Yine silah taciri Ali Şen’in oğulları tarafından kurulan antu.com’da, Aziz Yıldırım ve Serdal Adalı’nın nisan ayındaki 4 milyar dolarlık helikopter ihalesi nedeniyle operasyona maruz kaldıkları vurgulandı. Yıldırım ve Adalı, ihaleyi kazanan konsorsiyumun ortakları; ihaleyi kaybeden konsorsiyumda ise Başbakan’ın damadı Berat Albayrak’ın ceo olduğu Çalık grubu var.
Operasyonun bahanesi şike ama şahanesi çil çil dolarlar. Bugüne dek büyük paralar kazanmış isimlere taahhüt işlerinden el çektiriliyor. Yerlerine yenileri ve tabii ki iktidarın yanındaki isimler getiriliyor. Bu tasfiye harekatının ‘yasal’ dayanağı da ihale şartnamesi. 4734 sayılı kamu ihale kanununa göre, ‘ihaleye katılamayacak olanlar’, madde 11’de şu şekil belirtiliyor:
“aşağıda sayılanlar doğrudan veya dolaylı veya alt yüklenici olarak‚ kendileri veya başkaları adına hiçbir şekilde ihalelere katılamazlar:
a) (değişik: 20/11/2008-5812/4 md.) bu kanun ve diğer kanunlardaki hükümler gereğince geçici veya sürekli olarak kamu ihalelerine katılmaktan yasaklanmış olanlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı terörle mücadele kanunu kapsamına giren suçlardan veya örgütlü suçlardan veyahut kendi ülkesinde ya da yabancı bir ülkede kamu görevlilerine rüşvet verme suçundan dolayı hükümlü bulunanlar.”
Evet, şu anda Aziz Yıldırım ve Serdal Adalı ‘örgütlü suçlar’ kapsamında cezaevine atılmış vaziyette. Bugüne kadar girdikleri ve aldıkları ihaleler, bundan böyle Akp sermayesinin birikimini besleyecek. İsviçre’deki hesaplar nasıl şişiyor zannediyorsunuz?
Şimdi, Beşiktaş Çarşı grubunun bu gerçekliğin farkında olmadan yaptığı edebi açıklamayı okuyalım. Özetle, “sahip çıkmıyoruz, aklansınlar da gelsinler,” deniyor açıklamada. Böylesine ‘organize’ bir yargının ‘akladığı’nın ne kadar ‘ak’ olacağı tartışması bir yana, sahi siz bütün bu kulüplerin yönetimlerindeki koca koca sermaye sahiplerinin ‘ak’ olduğunu mu sanıyordunuz bugüne kadar? Demirören Beyoğlu’nun ortasına o koskoca binayı nasıl dikti sizce? Milliyet ve Vatan'ı hangi ilişkiler ve talimatlar doğrultusunda aldı? Operasyon çekilmeyince ‘ak’ mı oluyor insan? Bütün kulüplerin başında ihaleci, rüşvetçi, şikeci tiplerin oturduğunu bilmiyor muydunuz? Ya da, bilet, kombine falan işlerinden kendi kendinizi aklayabildiniz mi? Zamanında Sinan Engin aklanıp da mı gelmişti? Ya da Ferdi Aslan niye öldürüldü?.. Soruları artırabiliriz…
Şu uğruna adam öldürülen futbol camiası, boğazına kadar pislik içindedir. Eğer ‘sol’sanız, gitmeyin kardeşim o statlara!.. Yıkılsın bu endüstri!.. Var mısınız?..
Hakan Gülseven.
red.web.tr
8 Temmuz 2011 Cuma
Tebessüm
Şu sıralar en çok ihtiyacım olan şey aslında azıcık tebessüm etmek. Edebilmek. Geçen hafta Pazar gününden beri şikeydi, tutuklamalardı, mahkemeydi derken bütün tadımız tuzumuz kaçtı. Şike var mıdır, yok mudur, varsa cezalar nasıl olur şu an için bilmemize imkan yok. Zaten böyle bir operasyon Türk futbol tarihinde yok. Neyse bunu kısa kesiyorum sonrasında kendimce bir şeyler karalayacağım..
Gece gece şu resmi gördüm de azıcık keydim yerine geldi. Vay be arkadaş o vakitler demek ki tüm çocuklar safmış. Henüz bu boktan dünyanın kiriyle pasıyla tanışmamışlar.. Biz de bir zamanlar öyle miydik?
22 Haziran 2011 Çarşamba
Lassana Diarra
Az önce Aceto Balsamico'da Real Madrid'in geçtiğimiz yıl oyunculara ödediği yıllık ücretler açıklanmış. Fenerbahçe'nin peşinden koştuğu bu Fransız da yıllık net 2.2 milyon Euro almaktaymış..
Şimdi Aykut Kocaman'ın açıklamalarına gelirsek, ''yıllık 6 milyon Euro istedi, takım içi dengeler falan filan''.. transferi olmayacak dedi kısaca. Ülke futbolu olarak zaten transferde çok net dezavantajlarımız var. Bunu bir kenara koymak lazım. Yani en kötü bir futbolcunun peşinde biri Türk biri Yunan takımı varsa futbolcu muhtemelen Yunanistan'ı seçiyor. İster önyargı deyin ister başka bir şey. Var böyle bir durumumuz. Rivaldo, Gilberto Silva v.s Yunanistan'ı tercih etmişti..
Bunun yanında azıcık eli ayağı düzgün, iş yapacak, biraz da genç bir adamın peşindeyseniz zaten durumunuz vahim. Hele ki bu adam Real Madrid'de oynayan, takımdan ayrılsa bile en kötü Juventus kalibresinde takımların alabileceği adamlarsa.. Bu açıdan bakıldığında bu adamın hala Avrupa'da gideri var. Türkiye'ye gelmek onun açısından Katar'a gitmekten farklı değil. Onun açısından...(Öyle değil tabi aslen).. Fenerbahçe'den de yıllık 6 Milyon Euro istemesi de açık açık ''gelmek istemiyorum'' mesajıdır. -Ki Aykut Kocaman da o defterin kapandığını söylüyor- Kaldı ki o parayı Türkiye'yi geçtim Avrupa'da da herhangi bir takım vermez. Hadi verdik diyelim Fenerbahçe olarak, bu defa da ''sevgilim istemiyor, kılım döndü, sizin oralarda develer varmış'' filan diyerek kıvıracaktır... Hoş, ''Sevgilim istemedi'' mazereti Türk basını açısından daha bir inandırıcı bulunurdu ya neyse..
19 Haziran 2011 Pazar
Fenerbahçe'de Bir Adanalı
Basketbolda da sezon sona erdi ve transferler birbiri ardına açıklanmaya başladı. Fenerbahçe Ülker en son olarak Hırvat Bojan Bogdanoviç ve James Gist ile sözleşme imzaladı. Bogdanoviç bu sezon Cibona'da takımın en skorer ikinci oyuncusuydu. Lakin Cibona bu senenin en kötü euroleague takımıydı. Bakış açısına bağlı olarak değerlendireceğimiz bir oyuncu ama bana kalırsa final four'u hedefleyen bir takım için pek de iyi bir transfer gibi durmuyor. Fenerbahçe'nin ihtiyacı Avrupa basketbolunda iş yapabilecek daha dominant bir oyuncuydu.
Gist'e gelince, onun enteresan bir hikayesi var. Resimde de görüleceği üzere Gist Adana doğumlu. Adana'daki incirlik üssünde görevli bir Amerikan askerinin oğlu olarak Adana'da dünyaya gelmiş. Yerli statüsünde oynayamıyor. Dün gecenin bir körü Trt'yi açtım. Aydın Örs, Ömer Onan, Oğuz Savaş, Neven Spahija Yiğiter Uluğ ve Murat Murathanoğlu'nun konuklarıydılar. Söz transferlere gelince, Yiğiter Uluğ, ''Adana taraflarından bir oyuncu ile anlaşmışsınız'' dedi Aydın Örs'e. Tabi kaçamak cevap verdi Örs. Valla ne yalan söyliyeyim yerli oyunculardan biri zannettim benn..
Efes, geçen dünya şampiyonasında bana göre en çok belimizi büken oyuncuyu, Dusko Savanoviç'i transfer etti. Barcelona da Rubio Minnesota'ya gidince Milos Teodosiç'i almış..
Tomas Ujfalusi
İyi futbolcudur. Üst düzey liglerde devamlılık sağlamış, tam Avrupalı defans oyuncusu bu adam. Lakin işte ismini de yazamıyorum bu adamı görünce aklıma sadece şu görüntü geliyor. Messi'nin ayağını eline verme girişimi o zamanlar bir kaç haftalık sakatlıkla atlatılmıştı. Kısaca söylemek gerekire, Lugano'nun sertlik konusundaki yeni idolü olabilir.
27 Mayıs 2011 Cuma
Kayıp Otobüs'ün Yolcuları
Dikelya'daki İngiliz bölgesi'nde çalışan 11 Kıbrıslı Türk her sabahki gibi erken saatlerde işe gitmek üzere yola çıkarlar. İşçilerin bulunduğu otobüsün önü Rumlar tarafından kesilir ve içindeki yolcular alıkonur. Sonrasında hiçbirinin akıbeti hakkında en ufak bir bilgi yoktur. Kayıp listelerinde adları geçer ama onlara ne olduğu bilenememiştir. Aslında bellidir ama elde herhangi bir kanıt olmadığından dile getirilememektedir.
17 Nisan 2009'da Rum tarafındaki Voroklini kasabasında yapılan kazılar sonucunda Kayıp Otobüs'teki 11 yolcunun kemiklerine ulaşılır. Rumlar otobüsü kaçırmış, yolcuları da kurşuna dizmiş, cenazeleri de kör bir kuyuya atmıştır. Yapılan Dna testleri sonucu katliam doğrulanmıştır..
Şimdi soru şu;
''Tarihimizle yüşleşelim'' diyerek ortalığı ayağa kaldıranlar, sünger bob tarihten, katliamlardan ne kadar anlıyorsa o kadar anlayanlar.. Bir daha düşünün.. Var mısınız tarihle yüzleşmeye??
On Yüz Bin Milyon Eurocuk
Şampiyonluk, kutlamalar filan derken transfer sezonu hiç olmadığı kadar hareketli başladı. Dün Beşiktaş 4 oyuncu ile sözleşme imzalamış. Mustafa Pektemek'i de bugün kadrolarına kattılar. Galatasaray yine aynı şekilde. Geçtiğimiz sezonun en iyi futbolcusunu kadrolarına kattılar. Bu kadar albenisi düşük takımın böyle bir adamı kadrosuna katabilmesinini tek sebebi maddi midir? Etkilidir ama tek sebep değildir. Sonuçta geçtiğimiz sezon kötü gittiler ama muhtemeldir ki bu sezon aynı şeyi yaşamayacaklar. Selçuk İnan geçtiğimiz sezon şampiyonluk yarışının en kilit oyuncularından birisiydi. Yani büyük kulüpte oynamanın zorluklarına pek takılacağını zannetmiyorum..
Yurt içinden bir oyuncuya o kadar para verilir mi? Bence cevabı federasyonun gudik yabancı sınırlamasıdır. 6+2+2 gibi hala anlam vermediğim sistem, büyük kulüplerin yurt dışı pazarında elini kolunu bağlıyor. Celal Doğan, İlhan Cavcav gibi ticaret adamları da ellerine geçen fırsatı değerlendirip piyasanın ırzına geçiyor..
Celal Doğan deyince aklıma geldi. Malum şu sıralar konuşulan tek konu Emenike. Çok deli para verdiler orası kesin. Bundan yaklaşık bir 10 yıl evvel Preko'yu baya büyük meblağlara bize ittirmişti Celal Doğan. Sonrasında Hakan Bayraktar transferinde bir tek kulübün tapusunu istemediği kalmıştı... Hasılı, Emenike'nin de sonu Preko gibi olmasın diyerek noktayı koyalım...
24 Mayıs 2011 Salı
Nasıl İyi Yönetmen Olunur?
Şahan Gökbakar'ın 3-5 yıl evvel bir skeci vardı 30.000 kadınla nasıl birlikte oldum adında. Son Sivas maçını izlerken aklıma geldi. Sezoun boyu yaşanılanları düşündüm, sezonun başlangıcını, Avrupa'ya erken bile denemeyecek bir şekilde elenişimizi, sonrasındaki ilk yarı maçları, Türkiye Kupası hezeyanları, ikinci yarıdaki adını hala koyamadığım performans ve son Sivası maçı..
En baştan başlayalım.. Bir Fenerbahçelinin günlüğü gibi oldu ama neyse..
Sezon açıldı. Açıldı açılmasına da teknik adam yok. Var ama yok. 3 kuruş daha fazla koparabilir miyim telaşında birileri ortalıkta dolanıyor, diğer takımlar transferleri bile neredeyse bitirmişken hala bir belirsizlik hakim. Ne olacak bu Fener'in hali mottosu yine gündemin ilk sıralarında. Umutsuzluk, dram off offf offff. Bize bir katharsis lazım..
Aykut Hoca takımın teknik direktörü. Hala soru işaretleri var. deplasmandaki Young Boys maçında takım facianın eşiğinden dönmüş. Transferler var ama onlar da teknik adam gibi çok bilinmeyenli denklem. Facia dediğim maç 2-2 bitti ama asıl facia rövanşta oldu. Gözlerimin önünde pata küte defansa dalan Young Boys forveti attı golü. Çevirmek mümkün değil takım o haldeyken. Düşünün ki forvetimizde Gökhan Ünal oynuyor.. Onu almak için verdiğimiz Burak Yılmaz'ın da şu performansını görünce içimdeki hissiyatı açıklayabileceğim tek kelime var. ''Enayilik''. Güiza ne kadar büyük ve sivri bir kazıksa emin olun bu adam da o derece büyük bir kazıktır.. Tur kaybedilir. Gerilim had safhada. Herkes yay gibi. Küfürler ederek çıkıyorum stattan. Bir daha maçınıza gelenin taa...
Lige nispeten daha iyi başlanır. Ama onun da arkası gelmez. Saracoğlu'nda kaplan kesilenler deplasmanda kedi bie olamaz durumdalar. Sanki Kadıköy'deki maçlara başka bir takımla çıkılıyor. Deplasmanda başka takımla. Hele ki bir Kayseri deplasmanı var. Yalan olmasın ama koca takım şut atmadan maçı bitiriyor. Taraftar kendince sorguluyor.. Kandırılıyor muyuz? İhanet....
Kör topal geliyoruz ilk yarının sonuna. Trabzon fırtına gibi gitmiş. Puan farkının anasını ağlatmış. Üstüne de Yeni Malatya maçı.. Tamamen tükenmişliğin resmini görüyorum üzerimde. Futbolcularda da. Aykut Hoca belli ki artık gidecek. Olmuyor bir türlü. Bir şeyler hep eksik... Gitmiyor büyük bir sabırla. Ya da gitmesine izin verilmiyor. Sonrasında Aziz Yıldırım'ın Ntvspor'daki ültimatomu geliyor. Ayağınızı denk alın diyor. Yoksa sezon sonu görüşürüz...
İkinci yarı Antalya maçıyla başlıyor. Fenerbahçe'den aşırtma gol yemeye bayılan Ömer Çatkıç yine golü yiyor. Gökhan Gönül sanki o sezonun kalanında göstereceği performanın ilk izlerini bize izletiyor. Maçı kazanıyoruz. Trabzon da puan kaybedince ''acaba'' diyoruz. 2004'teki gibi olur mu? Önümüzdeki maç Trabzonspor'la. Kazanırsak fark dört.. Umutlar tazeleniyor... Güzel günler göreceğiz diyor birileri..
Trabzon'u da yeniyoruz. Fark dört. Herkes artık şampiyonluk yolunda olduğunu biliyor. Yapılacak en ufak hatanın telafisi yok. Ertesi hafta yine puan kaybediyor Trabzon. Fark iki. Avantajın bizde olduğunu artık herkes hissedebiliyor. Kaçan sürekli kovalanıyor.(Sezon sonuna doğru roller değişiyor tabi) Umut, hırs, azim ve inanç..
Gümbür gümbür gidiyoruz. Beşiktaş'ı da Galatasaray'ı da deplasmanda zorlansak da yeniyoruz.. Bursaspor'a içerde iki puan bıraksak da taraftar takımdan memnun. Çünkü formasını terletmeyen yok. Kötü oynayan var ama kötü koşan yok. Sonrasında Gaziantep maçı. Tolunay Kafkas zaten antipataik bir tipleme bizim için. Maç içinde zaten kan gövdeyi götürmüş. Ne penaltılar verilebilmiş ne de kırmızı kartlar. Hakem resmen doğramış iki takımı da. Maç gitti gidecek.. Son saniyede Santos önündeki topu kaleye yuvarladı ama bizim ömrümüzden de bir on yıl gitti. Maç bitti ama hakeme öfke bitmedi. Maç sonu fırtınalar koptu... Mücadele başrolde...
Eskişehirspor-Trabzonspor maçı sonrası lider olduk. Artık ipler elimizde. Her ne kadar Buca maçı da en az Gaziantep maçı kadar zorlu ve heyecanlı geçse de kazanıyoruz. Lideriz. Güiza Fenerbahçe kariyerindeki en önemli golü Buca'ya atıyor. 14 Milyon Euro Buca maçını kurtartıyor..
Sezonun son maçı.. Maça başlıyoruz. Santos daha ilk dakikalarda golü yazıyor. Tamam diyoruz bu defa olacak. Laf ağzımıza takılıyor. Klasik Fenerbahçe heyecanları devreye giriyor. ''Noooluyoruz birader'' demeden 1-1.. Sonrasında kaçan goller akıl alır gibi değil. Tamam diyoruz bu sefer gene Denizli maçı gibi olacak. Girmeyince girmiyor. bu meret. Hiç ummadığımız anda gol geliyor. Atan adam maçın o dakikaya kadar en kötü ismi. Sayanın sövenin hesabı yok. Herkes şöyle bir duraladı. Nasıl yaa.. Bu adamın şutu Leo Franco'yu nasıl avladıylsa Sivas kalecisini de öyle avlıyor. (2005'te Gregory Coupet'ye de böyle bir gol atmışlığı vardır bunun. Aklıma geldi o an..) İlk yarı bitti. İkinci yarı farkı ikiledik. Bizim Trabzonlu'yu arasam da biraz gırgır geçsem diye düşünüyorum. Yine ağzıma tıkılıyor laf. 3-2 oluyor. Hay geçmişlerinizin ruhuna yaa koparın şu maçı diyorum. O anda 4-2 oluyor. Yok bu defa acele etmeyeceğim, şakkk 4-3.. Son on saniye.. Ak ulan ak Allahsız kronometre.. Ve son düdük.. Off off off sonunda beklenen Katharsis geldi.. Umutsuzluk, ihanet, öfke, hırs, heyecan, zafer, mutluluk.. Türkiye şartlarında iyi eğitim.. Yalnız kalp sağlığına dikkat.. Hamilelerden uzak tutunuz...
Çok ciddi bir postun sonunda zıpırlık yapmak:))))
20 Mayıs 2011 Cuma
Bir Asosyalin Ütopyası
Hakikaten ben bu memlekette yaşamadığıma ciddi ciddi inanmaya başladım. Ölmüşüz. Ağlayanımız yok. Şu güzelliği tamamen tesadüfler sonucu görebiliyorsam-o da internetten- zaten olayı bitirmişiz biz.
Geçenlerde her sabah aynı dakikada evden çıktığımız için sürekli karşılaştığım komşuyla yeniden karşılaştım. Bu defa eve gelirken. Asansörün o bilindik havası ortama hakimken, tutamadım kahrolasıca çenemi, ''nasılsınız?'' dedim. Klasik bir şekilde ''yi güzel'' diye cevap verdikten sonra ''siz nasılsınız?'' dedi. Başladım tabi. ''İş hayatı bana çok fazla, yoruldum bu genç yaşımda, gitmek istiyorum buralardan'' dedim şakayla karışık. ''Nereye?'' dedi. ''Hiç kimsenin olmadığı herhangi bir yer'' dedim. ''O zaman Amerika'ya ordan uzaya fırlatsınlar seni'' dedi. Hoşuma gitti bu fikir aslında. Şu resimleri görünce aklıma geldi, Amerika'ya kadar gitmeye gerek yok, beni şu Rumkale denen yere bırakın. Sonrasını ben hallederim..
7 Mayıs 2011 Cumartesi
Ayarmatörler
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)