18 Ocak 2014 Cumartesi

Bir Fotoğrafın Anısı


 

“Çok zor, inanılmaz zor. Şimdi çocuklar çok korktu. Benim için çok zor. Her şey için çok teşekkür ederim” Alex DE SOUZA – 1 Ekim 2012

Ağzından çıkan her kelime mermi gibiydi. Onun gözleri doluydu, benimki ise yaşlı… Ardından tek bir fotoğraf kaldı. Torunlarıma anısını gururla anlatacağım bir fotoğraf…

******

Mesleğim gereği yıllardır Türkiye'nin ünlü ve saygın isimleriyle bir araya gelme, sohbet edebilme şansım oldu. Kimilerini dinlerken efsunlu efsunlu baktım, bazı sohbetlerin ise hayatım boyunca bitmemesini diledim. Ama hiçbiriyle yan yana tek bir kare fotoğrafım olmamıştır. Kimsenin yanına gidip 'bir fotoğraf çekilebilir miyiz' demedim. (Nedenini gerçekten bilmiyorum, içimden gelmedi hiç)

******

Bir kişi hariç... Dedim ki ‘Ne olursa olsun bu adam bir gün Türkiye’den gidecek ve o iğrenç gün gelene kadar bu adamla bir kare fotoğrafım olacak. O fotoğrafı hayatımın sonuna kadar saklayacak, torunlarıma gururla anlatacağım.’ Dedim ama ne fayda, değil fotoğraf çekilmek kendisini stat dışında bir kere canlı görmüşlüğüm olmadı. Kozmoz bana bu imkanı bir türlü vermiyordu. O ki 15 yaşımdan beri bana her türlü duyguyu yaşatan adamdı, o ki sevinçlerimin, coşkumun kaynağıydı, o ki adam gibi adamdı. Gençliğimde yaşadığım her türlü acıda, onun yaşattığı mutluluklara sığınıyor, kendimden geçiyordum. Sanki attığı her golde, yaptığı her asistte diyordu ki “Onur takma olm bu kadar kafaya, siktir et bak çubuklu gene eziyor, Allah başka dert vermesin”  Hele bir seferinde ne dedi biliyor musunuz; “Onur olm bunların arenası var ya, oraya es kaza yolun falan düşerse içinden doyasıya haykır. ‘Bunlara bu statta ilk biz koyduk’ de. Ne kafaydı di mi lan? Puhahahahaa”

******

Lefter'in "3. torunum" dediği adamla yan yana fotoğraf çektirmek için sekiz yıldır her türlü fırsatı kolladım ama olmadı. Taa ki o melun günler gelene kadar... Basın bir yandan, kulübün içindekiler bir yandan her gün saldırıyordu ona. Yılbaşına kalmadan Türkiye'den ayrılacağı dün gibi belliydi. Gelişmeleri endişeyle izlerken tek bir haber yetti son bir şansım daha olduğunu öğrenmeme. Adına dikilen heykelin açılışı yapılacaktı. O da katılacaktı, ailesiyle beraber.

******

O zamanlar kötü dönemdeydim. Biri sol omurgamı alıp gitmişti, işsizdim, mesleğimden soğumuştum. 15 Eylül 2012 tarihini ise sabırsızlıkla bekliyordum. Açılış o gündü ve ben ‘efsanem’le fotoğraf çekilecektim. Tabi önümde birçok engel vardı. Kalabalık bir yandan, taraftar grupları bir yandan, korumalar, basın... Saniyelerle yarışacaktım.  Bunlar bir yana kafamdaki en önemli soruya cevap bulmam gerekiyordu.  İzdiham arasında onu fotoğraf çekilmeye nasıl ikna edeceğim?

******

14 Eylül akşamı planı kafamda tasarladım. Yoğurtçu Parkı’na bir saat erken gitmeye karar verdim.  Öyle giyinmem gerekiyordu ki, hem bir gazeteciyi andıracaktım, hem sade olacaktım (dikkat çekmemem gerekiyordu), hem de fotojenik olmam lazımdı. Aslında bir fotoğraf için en güzeli formaydı ama bu sefer taraftarım diye beni içeri almayabilirlerdi. Gömlek giysem bu kez kavurucu sıcaktan dolayı yapış yapış olacaktım ki hem rahat hareket edemezdim hem de fotoğrafta terli çıkmak istemezdim. Giysi dolabının yanında kadınlar gibi düşünürken sonunda kararımı verdim. Beyaz bir tişört… Hem sade, hem rahat, hem de foto muhabirini andıracak düzeyde… (Ayıptır söylemesi beyaz bana da çok yakışıyor) Fotoğraf makinem olmadığı için amcamın dijital makinesini aldım. Hayatım boyunca daima analog ve organik olmayı savunuyordum ama bu kez belki de ilk defa amaca giden her yol mübahtı benim için.

******

Sabah kalktım. Soğuk bir duş, üstüne güzel bir kahvaltı… Kıyafetlerimi giydim, makinemi boynuma astım, sol cebime paramı ve cep telefonumu, sağ cebime de sigara ve çakmağımı koydum. Planladığımdan daha erken yola çıkmama rağmen metrobüste karşılaştığım manzara sonrası “Aha sıçtık” dedim. Sadece Fenerbahçe taraftarı vardı içeride. ‘Metrobüs böyleyse Yoğurtçu Parkı’nı düşünemiyorum’ dedim kendi kendime. Stadın çevresi de öyleydi, maç öncesinde yaşanan atmosferin birebir aynısı. Hakikaten zor bir iş beni bekliyordu. Kalabalığın arasında sıyrılarak hızlı hızlı yürüyordum. Migros’a yaklaştığımda Yoğurtçu Parkı’ndaki taraftarın tezahüratları kulağıma kadar geliyordu. Ve kalabalığı görmemle irkilmem bir oldu. Yok dedim, bu izdihamı aşarak hayatta fotoğraf çektiremem. Benim işim yaş.




Hani bir hedefe yürürken karşınıza engeller çıkar, umudunuzu yitirirsiniz ya, hani tam bu esnada biri çıkar karşınıza, o an farkında olmazsınız ama amacınıza ulaşmaya çalışırken size eşlik eder. İşte öyle bir kadındı benim için Tonton teyze. Ona Tonton diyorum çünkü alın o yanakları canınız sıkıldıkça sıkın! 60 yaşında ya var ya yok… Sarı lacivert atkısı, üzerine çektiği çubukluyla yanıma yanaştı.

-         Merhaba oğlum. Ya bu saatte niye bu kadar kalabalık yoksa saatleri mi karıştırdım ben?

-         Yok efendim, aynı saatte. Erkenden gelmiş herkes.

-         Hımm anladım canım sağol. Ben de derneğe geçeyim bari.

-         Hangi dernek?

-         Fenerbahçe Gönüllüleri Derneği. Ben 40 yıldır bu kulübe üyeyim.

-         Oww..  Ben de sizinle gelebilir miyim? Basın mensubuyum da içeride biraz otururum.

-         Tabi evladım buyur gel. Bir çayımızı iç, dernek başkanıyla tanıştırayım hem seni.                                                      

******

İçeriye girdik, çay içtik, sohbet ettik filan… O kısımlar pek önemli değil. Sonra dernekten çıktım, Yoğurtçu Parkı’na geldim. Ancak tahmin ettiğim gibi kalabalıktan dolayı adım atamıyordum. Önümdeki taraftar engelini aşarsam heykelin çevresindeki barikata ulaşmış olacaktım. Tezahüratlar, marşlar, şarkılar derken gıdım gıdım ilerleyerek 5 metrelik yolu 15 dakikada geçip ilk engeli atlattım. Barikata tutunup biraz soluklandım ve bir sigara yaktım. Bu sırada bir gözüm giriş kapısındaydı. İzbandut gibi bir adam kapıda bekliyor, kimseyi içeri almıyordu. İlk hamlemi gerçekleştirip içeri girmeyi denedim. ‘Giremezsin yasak’ dedi. Basın mensubu olduğumu söyleyerek bir hamle daha yaptım. Hangi kanal olduğumu sorunca o an patladığımı hissettim. Ulan ben ne diyecektim. O zamanlar henüz flört halinde olduğum Artıbir Tv kanalında çalıştığımı söyledim. Ki o sırada ortada kanal falan yoktu, birkaç ay sonra açılacaktı. Her neyse… Koruma yine de alamayacağını, içeri sadece FB TV, NTV Spor ve devlet kanallarının girebileceğini açıkladı. İşte o an yine patladığımı düşündüm. Kapının önünde kalabalık o kadar fazlaydı ki korumayla tartışma fırsatı bile bulamadım, beni iplemeden başkalarıyla kavgaya tutuştu. Derken imdadıma CNN Türk ve Show TV haber ekipleri yetişti. CNN’ciler nasıl oldu bilmiyorum içeri girmişti. Show TV ise kapıda bekletiliyordu. Bir süre sonra onları da aldılar. Bu kez dayanamayıp atladım; “Kardeşim onları alıyorsun da beni niye almıyorsun, haksızlık bu yaptığın” Yaklaşık beş dakika kapıda tartıştık tam kazanmış, içeri girecekken kritik soruyu sordu; “Kurum kartını göreyim” Hadi bakalım… Adam sordu ‘kurum kartı’ diye, ne yapacağız şimdi? Zaman kazanmak için bir süre kartımı üstümde arıyor gibi yaptım. Tam bu esnada başka kanallar içeri girmeye çalıştı. Onlar girerken birkaç taraftar aradan sıyrılarak içeri daldı. Sonra birkaç taraftar, ardından birkaç taraftar daha… Koruma panikleyerek içeri giren taraftarlara koştu. Ve böylece kapı açıldı. Önümde de hiçbir engel yoktu. ‘Hobaa’ diyerek bir hışımla içeri girip, heykele yöneldim. Artık içerideydim ve beni hiçbir güç oradan çıkartamazdı. 






******

Heykelin önüne konuşma kürsüsü konulmuş, sandalyeler dizilmişti. Basın mensupları da tripodlarını kurmuş bekliyorlardı. Önce sarhoş gibi etrafta dolandım, sonra habercilerle biraz sohbet ettim. CNN Türk bir kadın muhabir göndermişti. Ablayı tanıyordum, vaktinde beraber de çalışmıştık. Futboldan hiç anlamazdı. Bir süre sohbet ettik, sonra yanıma alanda görevli başka bir abla geldi. Beni önce süzdü ardından soru yağmuruna tuttu. Hangi kanal, ben niye hiç duymadım, fotoğraf makinen neden küçük, çektiğin fotoğrafları ne yapacaksın, yanında kartın var mı? Hepsine mantıklı cevaplar verince ikna olup (ya da olmuş gibi yapıp) yanımdan uzaklaştı. Tam ‘içeride yerimi garantiledim’ derken o izbandut kılıklı herif yeniden çıkageldi. “Basın mensubu arkadaşlar, konuklar birazdan burada olacak, görüntü aldıysanız artık çıkın” Hırbo herif meğer diğer kanalları kendi inisiyatifiyle içeri almış, üç buçuk atmaya başlayınca da herkesi dışarı çıkarmaya çalışıyordu. Anlaşmalı kanallar dışında diğerleri çıktı. ‘Ulan ben napacam şimdi’ diye düşünürken, bir anda onu gördüm. Tonton teyze arkadaşlarıyla içeri girdi. Allah Allaahhh! nidalarıyla hemen yanına gittim. Sen nerden çıktın be kadın?

-         Aa sen de mi buradaydın? Ne yaptın işini hallettin mi?

-         Evet efendim sayılır. Ama bir sorunum var görevli bizi dışarı çıkarmaya çalışıyor. Ona benim de sizin dernekten olduğumu söyler misiniz?

-         Aa ama nasıl olur? İsim listesi verildi buraya.

-         Bakın burada durmam şart. Ne olursa olsun onun fotoğrafını çekmem lazım. Lütfen sizinle beraber olduğumu söyleyin.

Derken izbandut yanımda belirdi. ‘Bir an önce dışarı haydi’ diye bağırırken Tonton teyze söze girdi.

-         O bizimle beraber, burada kalacak.

-         Tamam efendim.

İşte o an hat-trick yapmış kadar sevinmiştim. Artık önümde tek bir engel kalmıştı. Fotoğraf için onu ikna etmek. İçeride bir süre daha oyalandım. Bir anda dışarıdaki kalabalıktan sesler yükselmeye başladı. Meşaleler yandı. Geliyordu!





******

Herkes çevresindeydi. Basın ordusu yüzünden yürüyemiyordu. Taraftarlar ise ayrı bir izdiham yaratmıştı. Korumaları sağı solu iterek, yolunu açıyordu. Tonton teyze bana, ‘Geldi işte niye gidip çekmiyorsun?’ diye sordu. ‘Daha vakit var, çok kalabalık, buraya gelsin daha rahat çekerim’ dedim. Bu sözler foto muhabiri yalanım ortaya çıkmasın diye uydurduğum bir bahaneydi ancak tam da dediğim gibi oldu. Kucağında Felipe ile kalabalığı yararak önüme kadar geldi. Fotoğraf makinemi çıkarıp çekmeye başladım. Çevresindeki görevliler beni engellemeye çalışıyordu. İyice kargaşa çıktı.  ‘Yaw ben nasıl fotoğraf çektireceğim’ diye düşündüm. Adrenalin had safhadaydı.
 




******

Hayatımda en şanslı olduğum günlerden bir tanesiydi. Tavlada pul toplarken art arda üç kez çift atmak gibi bir şey oldu benimki. Yoksa Tonton teyze onun yanına gitmez, kırk yıllık dostuymuş gibi sarılıp ispanyolca sohbet etmez, o da Felipe’yi annesine götürmeleri için görevlilere talimat verip, yanından göndermezdi. Tüm bunlar önümde birkaç saniyede yaşandı. İşte dedim bundan daha güzel fırsat olamaz. (Johnson gerildi, Johnson geliyor, Johnson’ın vuruşu  ve goool) Yanlarına gidip poz vermelerini söyledim. Tonton teyze hemen kolunu uzattı ve sırıtarak poz verdiler. Fotoğraflarını çektiğim anda zat-ı şahaneleri uzaklaşmaya başladı. Hemen öne atılıp makineyi Tonton teyzeye verdim ve direkt onun koluna girdim. Bir an için beni terslemesinden korktum ama onun yüreği öyle büyüktü ki bana önce sarıldı ardından yanımda gülümseyerek poz verdi. Heyecandan geberirken, az kalsın son dakika golü yiyordum. Tonton teyzenin sözleri o an ana avrat küfür gibi geldi bana. “Evladım nasıl çekeceğim olmuyor bu, çekemiyorum.”

Üç saniye içinde gösterdiğim refleks o an bana bir asır gibi geldi. Makineyi aldım, düzelttim, deklanşörü gösterdim ve hemen onun yanına geçtim. Koruma tam bize doğru atılırken Tonton teyze deklanşöre bastı, garantiye almak için “bir tane daha” dedim. Bir daha bastı ve FLAŞŞ!!!

Hayalim böylece gerçekleşti. Türkiye’nin ve Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu, efsanem dediğim adamla bir fotoğrafım vardı artık. Her ne kadar üzerime yürüyen korumanın eli de kadraja girse de, on numara beş yıldız bir fotoğraf ortaya çıkmıştı. Artık ölsem de gam yemem.






******

“Çok zor, inanılmaz zor. Şimdi çocuklar çok korktu. Benim için çok zor. Her şey için çok teşekkür ederim” Alex DE SOUZA – 1 Ekim 2012

Ağzından çıkan her kelime mermi gibiydi. Onun gözleri doluydu, benimki ise yaşlı… Ardından tek bir fotoğraf kaldı. Torunlarıma anısını gururla anlatacağım bir fotoğraf…

Onur Aksoy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder