18 Ocak 2014 Cumartesi

Dibe Doğru

Henüz bir hafta geçmişti. Aslında hayat yoğunluğuna göre kısa bir süreydi ancak olan biteni unutmak için bu bir hafta ona fazlasıyla yetmişti. Hayatının akışını tek bir kelimeyle değiştirmişti oysa. "Arama" dedi ve o telefon bir daha hiç çalmadı. Hayal kurmak ona göre değildi. Kafasına eseni yaparken sonuçlarına katlanmaz ve gece yorganı kafasına çektiğinde dünyadan o anda kopardı. Tıpkı o sabah uyandığında yaptıkları gibi…

Kendisiyle hesaplaşmaya başladığı ilk gündü. Bir temmuz günü üzerine yorganı çekip yatmak akılsızlıktı ama ne yaparsın işte, alışkanlıktan başka bir şey değildi onunki. Kan ter içinde uyandı. O sabah cehenneme uyanacağını düşünüyordu ancak içi garip bir şekilde huzur ve mutluluk doluydu. Müziği açtı, kettle’a su koydu, duşa girdi. Çıktı. Kareli şortunu çekti, iki hafta önce terkos pasajından aldığı açık yakalı mavi tişörtünü giydi. Sütlü nescafesini hazırladı. Kahve kokusunu içine çekerken bir yandan lap topundan İstanbul-Çanakkale otobüs saatlerine bakıyordu. Sabah 6:45 otobüsüne tek kişilik cam kenarı yer ayırttı.Erken yol almak onun işiydi. Güç olsun geç olmasın diye düşünüyordu her zaman. Bu yüzden genç yaşına rağmen bir erkeğin hayatına çıkan somut engelleri O, bir bir aşmıştı. Kimle konuşsa bu durumu gururla anlatırdı. Kahvesinden son yudumu alırken karnının kazındığını hissetti. Buzdolabını açtı. Yumurta ve jelatine sarılmış bir parça kaşar peynirinden başka bir şey yoktu. Gerçi bu kadarı da enfes bir kahvaltı için ona yeterdi. Yumurtayı hayat arkadaşı gibi anlatırdı abisine. Abi derdi, “şu hayatta kimseyi kıramam ama bunları kırdım mı kendimi dünyanın en mutlu insanı gibi hissediyorum”. Balkondan annesinin geçen yazdan stokladığıdomates soslarından bir kavanoz çıkardı. Kızgın tavaya bir miktar dökünce anında alev çıktı. Az biraz korksa da bu durum, kendini bir Fransız aşçısı gibi hissetmesine engel olmadı. Küçük şeyler ruhunu uzun zamandır sevindirmiyordu bu kadar. Böyle düşündü ve tek eliyle iki yumurtayı da kırarak hünerlerini kendisine göstermeye başladı. Kaşarı rendeledi, yumurtanın üzerine serpti, kapağını kapadı, ateşi kıstı ve mutfak balkonuna geçip bir sigara yaktı. Gözü daldı, onsuz geçirdiği bir haftayı düşündü.


Beklediğinden çok daha az sarsmıştıonsuzluk onu. Acaba bende mi bir sorun var diye düşündü ve her zamanki gibi yine düşünmeyi bıraktı. Oturma odasındaki yirmi yıllık zigonlardan en küçüğünü çekti, üzerine tava altlığını koydu. Bir an koymasam mı diye içinden geçirdi. Böylelikle sehpanın üstü is olur ve annesine o zigonları atmak için bahane çıkardı. Kendisine de masraf çıkar diye sonra vazgeçti. Omleti aldı sephaya koydu, çekmeceden iki gün önceden kalan üç dilim çavdar ekmeğini çıkardı.Telefonu yanına koydu, koltuğa oturdu. Mükemmel bir kahvaltı için her şey hazırdı artık. Ancak olmadı. Omleti ağız tadıyla yiyemedi. Aslında o andan sonra yediği hiçbir şeyden tat alamadı. Hayattan bile… Yaşam sevinci süresiz kayboldu. Çünkü o telefon son bir kez daha çaldı.

Onur Aksoy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder